Son günlerde IMF’den Türkiye ekonomisiyle ilgili peş peşe açıklamalar geliyor. Yeni yıla girerken ekonomi yönetiminin IMF’nin yönlendirme ve telkinlerine daha fazla kulak kabarttığını görüyoruz. Ne de olsa OVP bir IMF programı. IMF’den gelen açıklamalardaki en genel vurgu şu: “İyi yoldasınız, devam edin. Enflasyon hedefini tutturmak için ücretlere gerektiğinden fazla zam yapmayın. Tüketimi, alım gücünü baskılayarak azaltmaya devam edin.”
Asgari ücret görüşmeleri yaklaşırken, Merkez Bankası başkanı IMF’den aldığı bu sufleyle ABD’deki finans çevreleriyle gerçekleşen bir toplantıda, asgari ücrete yüzde 25 civarı bir zam yapılmasının 2025 enflasyon görünümüyle uyumlu olacağını söyledi. Bu orandaki artışla asgari ücret 21 bin 450 TL seviyesine gelir. Ara zam yapılmayacağı neredeyse kesin. Bu da milyonlarca insanının Ocak 2026’ya kadar alım gücü açısından 2024 Ocak ayındaki 17 bin TL’den daha düşük bir miktara yaşamaya çalışması anlamına gelir.
İktidar çok dillendirmek istemese de bu, beklenen enflasyona göre zam demektir. En azından yıl sonu 2024 yılı için enflasyon oranının yüzde 45-50 olacağını düşünürsek bu oranda bir artışın reelde zam değil sabitleme anlamına geleceğini söyleyebiliriz. Çünkü asgari ücret yıl boyunca alım gücünden değer kaybetti. 2024 Mayıs ayında açlık sınırının altına düştü. Eğer yüzde 25 zam yapılırsa 2025 yılında daha ocak ayı içinde açlık sınırının altına düşmüş olacak. Bu, milyonlarca emekçi için korkunç bir senaryo. Asgari ücrete yüzde 35 zam yapıldığını düşünelim, bu durumda da mayıs ayında açlık sınırının altına düşmüş olacak.
Bu korkutucu olasılıkları ancak birleşik mücadele ekseniyle bertaraf edebiliriz. Sermaye ve onun sözcüleri var olan düşük alım gücüne bile saldırı peşinde. Asgari ücretin gerçekten belirlendiği arena sınıf mücadelesidir. Emeklilerin toplumsal yenilgisini unutmayalım. Kısa süre içinde tüm maaşlar harçlık düzeyine indirildi. İşçi sınıfına saldırı sadece ücret baskılamasıyla da olmuyor. Gelir vergisi dilimleri, kıdem tazminatı, planlanan yeni iş yasası gibi farklı yollardan da kazanılmış haklara ve kazançlara saldırılıyor.
Bunun yanında imalat sanayi de daralıyor. Bunun üç temel sebebi var. Birincisi iç talep zayıf, ikincisi faizler çok yüksek, üretim yapmak ve stok tutmak maliyetli. Üçüncüsü, en çok ihracat yaptığımız bölge olarak AB ekonomisi zayıf; AB’de talep düşük, bu da sanayiyi etkiliyor. Bu tablo 2025’te hayat pahalılığı dışında işsizliğin de artma eğiliminde olacağını anlatıyor bize.
Birçok yazımızda vurguladık; sermaye örgütlü ve planlı saldırıyor. Enflasyonun asıl sebebi olan en zenginlerin aşırı tüketimine ve şirketlerin yüksek kârlılıklarına müdahale etmek yerine işçi sınıfına bilinçli bir saldırı programı uygulanıyor. Bunun karşısında işçi sınıfının da birleşik sendikal mücadeleyle örgütlü ve planlı hareket etmesi zaruridir. Türk-İş’in Ankara mitingi, işçi sınıfının seferberliğe hazır olduğunu bir kere daha gösterdi. Sınıfın acil taleplerini birleşik mücadeleye entegre ederek sürdürülecek kitlesel grev ve direnişler için ne bekleniyor? Alım gücünün gerçek artışı ancak birleşik mücadeleden ve emek ittifakından geçiyor. Tekrar soruyoruz, şimdi değilse ne zaman?
Yorumlar kapalıdır.