Esad’ın kapitalist diktatörlüğünün son halk düşmanı politikaları

Esad’ın diktatörlük rejimi, 8 Aralık 2024 tarihinde silahlı bir devrimci ayaklanmayla devrilene dek, emekçi halka karşı neoliberal saldırganlık politikalarını hız kesmeden hayata geçirmeyi sürdürüyordu. Solun Stalinist, reformist ve işbirlikçi kesimleri her ne kadar monarşik Esad hanedanlığının diktatörlük rejiminin işçi sınıfının ve emekçilerin bir “dostu” olduğu yalanını tekrarlamayı sürdürse de, bu kapitalist baskı ve katliam rejiminin son yıllardaki ekonomi politikaları, onun gerçek sınıf doğasını gözler önüne sermeye yeterli olacaktır. 

Hatırlamakta fayda olacaktır ki, Esad rejiminin şiddetli neoliberal politikaları uygulamasının ardında yatan sebep, emperyalist ve yayılmacı sermaye gruplarını sömürgeci amaçlarla Suriye’ye çekebilmek ve aynı zamanda Şam oligarşisinin halk kaynaklarını tüketerek zenginleşmeyi sürdürmesini sağlamaktı.

Yine hatırlamakta fayda olacaktır ki, rejimin işbirlikçisi olan sol kesimler, Suriyeli işçilere ve emekçilere karşı yönlendirilmiş olan bu ağır neoliberal saldırı politikaları karşısındaki körlüklerini ve sağırlıklarını bilinçli bir şekilde sürdürdüler ve böylece, Suriyeli yoksulların bir kapitalist diktatörlük rejiminin insafına terk edilmesinde hain bir rol oynadılar.

27 Kasım’da başlayan ve muhalefet koalisyonunun başını çektiği askeri operasyondan önce rejimin kontrolü altındaki bölgelere hâkim olan sosyal ve ekonomik durum, işçi sınıfı ve emekçi halk açısından korkunç bir toplumsal-ekonomik yıkımı ve sefaleti andırıyordu. Bunun anlamı, 2011 devriminden önce Esad’ın hayata geçirmeye başladığı neoliberal kapitalist ekonomi politikalarının, iç savaşın yavaşlamasıyla beraber hız kesmeden devam ettiğiydi.

Şubat 2024’te rejim, somun ekmeğe yüzde 100 oranında ve fırınların çalışması için kullanılan dizel yakıta ise yüzde 165 oranında zam yaptı. Eylül 2024’te bir dizel sübvansiyonu daha sosyal harcamalardan çıkarıldı ve Ekim 2024’te birkaç sanayi dalında ve tarımda da sübvansiyonların kaldırılmasıyla, gübre fiyatlarında yüksek artışlar gerçekleşti.

2024’ün yaz aylarından önce Şam rejimi, il elektrik kurullarını müteahhitlere açmıştı ve böylece, özel sektör tarafından üretilen elektriğin tüketicilere satılması için koşullar kolaylaştırılmış oldu. Yeni özelleştirme dalgasının ardından, ülkenin en büyük santrallerinden biri olan Şam yakınlarındaki 930 megavatlık Deir Ali Elektrik Santrali’nin yönetimi, rejime yakın bir Suriye şirketine verildi. Bu neoliberal politikaların sonucunda, yalnızca Ocak 2024 ile Kasım 2024 arasında elektrik fiyatlarında yüzde 300 ila yüzde 600 dolaylarında bir artış yaşandı.

Emekçi halkın kaynaklarına yönelik rejimin başlattığı bu saldırı dalgası, aslında Şubat 2016’da açıklanan yeni ekonomi stratejisinin bir parçasıydı. Rejimin bu stratejiye verdiği isim “Ulusal Ortaklık” idi. Ulusal “ortaklık” ile kastedilen ise kamu-özel işbirliği projelerinden başka bir şey değildi. Dönemin Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Human el-Jaza’eri, bu strateji kapsamında, özel sektörün ekonomik yeniden inşanın ve gelişimin “başlıca partneri” olduğunu ilan etmişti. Bu bağlamda KÖİ projeleri inşaat (çimento), tarım (traktör), kimya (pil üretimi) ve sağlık sektörlerinde uygulanmaya başlandı. Bu politikayla rejim, diktatörlüğün belkemiğini oluşturan Şam oligarşisini güçlendirmeyi hedefliyordu; rejime bağlı bu elitlerin kamu kaynaklarını kontrol etmesi için gerekli bütün politik ve idari adımlar atıldı.

Ekim 2024’te rejim, araç plaka üretimlerini özelleştirdiğini duyurdu ve hemen ardından da, araç sahiplerinin plakalarını değiştirmelerini zorunlu kılan yeni düzenlemeler açıkladı. İki ay öncesinde, Temmuz 2024’te ise rejim, Suriye Havayolları’nı 20 yıllığına özelleştirdiğini duyurmuştu.

Mart 2024’te, rejimin Sağlık Bakanı Dr. Hasan Gobaş, Şam Üniversitesi’nden, bütün kamu hastanelerinin bundan böyle “yönetsel ve finansal bağımsızlığa” sahip olacağını, yani KÖİ modeli örnek alınarak özelleştirileceğini duyurmuştu. Aynı model birkaç ay sonra üniversiteler için de uygulanmaya başlandı. Dolayısıyla rejim, yalnızca muhaliflerin kontrolü altındaki bölgelerdeki hastaneleri uçaklarla bombalayarak değil, ancak kendi bölgesindeki hastaneleri özelleştirerek de Suriyeli emekçilerin sağlık hakkına yönelik kapsamlı saldırılar düzenlemeyi sürdürdü.

Temmuz 2024’te, Şam Üniversitesi’nde bir araya gelen rejimin ekonomistleri “devlet desteklerinin tamamen kesilmesi ve nakdi yardıma dönüştürülmesi” üzerine bir konferans gerçekleştirdi. Esad’ın kendisi, mart ayında bu politikaya olan desteğini açıklamıştı. Bu politika, Dünya Bankası ve IMF tarafından on yıllardır hükümetlere “önerilen” politikanın kendisiydi. Bu yağmacı politikanın hedefi ise, kamusal kaynakların hiçbir kuruşunun Suriyeli işçilere ve emekçi halka akmamasını sağlamaktı.

8 Aralık’tan önce rejimin kontrolünde olan bölgelerde, eski rejimin memurları ile askerleri olan insanların önemli bir kısmının ikinci bir işi mevcuttu. Nüfusun önemli bir kısmı için geçim kaynağı, ülkenin diasporasının Suriye’deki aileleri ile yakınlarına gönderdiği paralardı (ki şimdi bu diaspora, özgür Suriye’ye kitlesel olarak dönmeye başladı). Rejim yanlısı eski gazeteler bile, Suriyeli ailelerin Ramazan ayındaki yiyecek ve giyecek ihtiyaçları için bu para transferlerine ihtiyaç duyduklarını kabul etmişti. El-Vatan gazetesine göre, bu Ramazan’da kırmızı ete olan talep, bir önceki yıla oranla yüzde 50 oranında düşmüştü.

Aralık 2024 itibarıyla Suriyelilerin yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve bu tablonun başlıca sorumlusu da, Baas Partisi’nin 2005’teki 10. Bölgesel Konferansı’nın aldığı neoliberal ekonomik kararlar doğrultusunda, emperyalizmin ekonomik yıkım ve talan politikalarını hayata geçiren neoliberal Esad diktatörlüğünden başkası değil. Devrimci Suriye halkının silahlı bir seferberlikle sonunu getirdiği bu rejimin altında asgari yaşam maliyeti yalnızca son iki yılda 3 katına, son bir yılda ise 2 katına çıkmıştı.

Sonuç olarak, muzaffer Suriye Devrimi’nin toplumsal ve siyasal kaynaklarını yabancı güçlerde, Atlantik yakasında, emperyal metropollerde veya komploların düzenlendiği arka odalarda arayan darkafalı ve işbirlikçi sol kesimlere tavsiyemiz şudur: Her devrimin olduğu üzere, Suriye Devrimi’nin de sosyal-siyasal kaynağı, onu yaratmış olan toplumsal koşulların kendisidir. Ve bu toplumsal koşullar 61 yıllık bir kapitalist diktatörlük rejimi ile 54 yıllık bir monarşik hanedanın inşa ettiği sömürü ilişkileri eliyle belirlenmiştir. Eğer Suriye Devrimi sahici bir Marksist-materyalist perspektiften anlaşılmak isteniyorsa, yapılması gereken bu maddi ve sınıfsal koşulların özenli bir incelenmesidir, yoksa konspiratif histeri krizlerinin odak alınması değil.

Yorumlar kapalıdır.