Kürt sorununda “Öcalan açılımı”: İki ayda ne değişti?
Devlet Bahçeli, TBMM 30 Temmuz tarihinde tatile girmeden önce defalarca “DEM Parti kapatılmalı” çağrısı yaptı. Çağrı, DEM Parti’nin kapatılmasının yanında milletvekillerinin tümünün dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ve tutuklanmasını da içeriyordu. İlave olarak Türk vatandaşlığından çıkarma, tüm mal varlıklarına el koyma gibi talepleri de vardı Bahçeli’nin. Bir nevi Kürt siyasetinin görünmez olması isteniyordu. Adalet Bakanı da Bahçeli’nin çağrısıyla ilgili gerekenlerin yapılacağını duyurmaktaydı. Bu sırada istenen “duruşu” göstermeyen Anayasa Mahkemesi de payına düşen ikazı almaktaydı. Bahçeli “Eğer gereğini yapmaz ise Anayasa Mahkemesi de kapatılmalı” hükmünü buyurmaktaydı. Rejimin DEM Parti karşısında tutumu bu kadar net ve sertti.
Değişen ne? Fikirler mi, koşullar mı?
Aradan iki ay geçti, TBMM 1 Ekim tarihinde açıldı. Bahçeli kapatılmasını istediği DEM Partililerin bu kez elini sıkarken devamında bir an önce Abdullah Öcalan ile görüşmelerini de istemekteydi. Kapatmayla ilgili gereğini yapacak Adalet Bakanı ise bu kez DEM Parti’nin İmralı’da Öcalan ile görüşmesi için gerekenleri yapmakta olduğunu bildirmekteydi. Böylece “terörle arasına mesafe koymaması halinde” kapatılacağı ilan edilen DEM Parti’ye, içinde “umut hakkı” vaadi ve mecliste konuşma yapma çağrısı bulunan bir teklifi 25 yıldır İmralı’da yatmakta olan Öcalan’a götürme görevi tevdi edilmiş oldu.
Bir süre sessiz kalan Erdoğan sonradan yaptığı açıklamalarla Bahçeli ile tam bir mutabakat içinde olduğunu ilan etti. “Devlet” adına veya “içeriden” bilgiyle konuştuğunu ima eden bir dizi danışman ve gazetecinin de konuya dahil olmasıyla birlikte Öcalan açılımının sadece Bahçeli’nin fikri olmayıp bir “devlet aklı ürünü” olduğunun özellikle altı çizildi. Erdoğan’ın yine de fazla umutlu olmadığını ima etmesi, kayyum atamaları, DEM Parti’ye yönelik gözaltı ve tutuklamalar ve Kandil’den gelen çeşitli açıklamalar eşliğinde süreç şimdilik tüm ihtimallerin masada olduğu bir düzlemde ilerlemekte.
Bu sırada Tek Adam rejiminin Öcalan açılımına eşlik edecek en ufak bir toplumsal-siyasal demokratik adımı olmadı. Aksine hak-özgürlük çemberinin daha da daraltıldığı, düzen muhalefetinden bolca iltifat ve aferin alan bakanların dahi sopayı ele alıp sahaya indiği, tüm muhalefetin sıygaya çekildiği bir fotoğraf öne çıktı. Zaten DEM Partililerin sıkılan elinin gerekçesi yumuşama-normalleşme değil “iç cepheyi kuvvetlendirme” olarak ilan edilmişti. Dolayısıyla değişen fikirler değil koşulların getirdiği, -muhtemelen başta Filistin ve Suriye olmak üzere bölgedeki gelişmeler, sürekli gerileyen iktidar bloku oyları, derinleşen ekonomik kriz vb. eşliğinde- zorunlu bir iç tanzim gerekliliğiydi. MHP’nin ifadesiyle bu özellikle DEM’e bir son şanstı. İyi kullanmaları en tepeden defalarca tembih edildi. Özellikle DEM’e, çünkü sanki ikna edilmesi gereken Öcalan değil, o kısım aşılmış, DEM idi! Öyle ki “devlet aklı” adına konuşanlar Öcalan’ın Ankara’da kalacağı evin koltuk takımının renginden bahsedebilmekteydi.
Bahçeli’nin çağrısının eksik parçaları!
Kürt siyasal hareketinin son 10 yılına damga vuran ve halen Kürt tabanında çok ciddi bir karşılığı olduğu bilinen Selahattin Demirtaş, Bahçeli’nin çağrısında yer almadı. Aksine adıyla anılarak sürecin dışında tutulması gerektiği salık verildi. Erdoğan da defalarca Kobani davası üzerinden “O iş bitti” açıklaması yapmıştı. Son olarak Başdanışman “ihanet” dedi. Anlaşılan o ki “Seni başkan yaptırmayacağız!” siyasetine bu süreçte katiyen yer yok. En azından açıklamalar bu yönde. Dolayısıyla genel af, kayyum politikasında engelleyici yasal düzenleme ve anayasal değişiklikler sürecin tamamlayıcı unsurlarından öte havuç olarak öne çıkmakta ve hızla aksi yönde kullanılabileceği anlaşılmakta.
Tek Adam rejimi ne istiyor?
Bahçeli’nin çağrısının Kürt sorununda yapısal demokratik bir çözümden öte Öcalan üzerinden bölgesel bir pazarlık ve düzenleme arayışı olduğu anlaşılıyor. Bilinmeyenler bilinenlerden fazla olsa da devletlerin dış politikası taktiksel düzeyde dahi iki ayda kökten değişmez. Bu açıdan Öcalan açılımının iki yönlü bir ihtiyaca cevap vermesinin arzulandığını söylenebilir. İç politikada tamamen sıkışan, anlatacak bir hikâyesi kalmayan, buna mukabil ikna edip peşinden sürükleyerek kendine yeni seçimler kazandıracak yüzde 50+1’lere ihtiyaç duyan Tek Adam rejimine alan açması. Çünkü mevcut haliyle AKP-MHP için harç bitti, yapı paydos! Ama bölge, iktidara aradığı iç itkiyi sağlayabilecek çok sayıda hikâye ve imkânla dolu. Nitekim son haftalardaki gelişmeler buna işaret ediyor. Diğer yandan değişen dünya ve bölge panoraması karşısında pozisyonların yeniden tanzimi gerekiyor. İsrail ile bir türlü kesilmeyen diplomatik, ekonomik-politik ilişkilerin bir sırrı da burada olsa gerek. Tek Adam rejiminin Trump’lı ABD dünya-bölge politikasının meyve vereceğine dair beklentisi büyük. Bu “oyun kurucu” hevesinin Davutoğlu’nun stratejik derinlik politikasıyla yarattığı yıkıcı sonuçları ise hep birlikte yaşamaya devam ediyoruz.
Türkiye demokratik mekanizmalar üzerinden yönetilen bir ülke olmadığı için Öcalan açılımının nasıl ilerleyeceğine ve kapsamının ne olacağına dair şu aşamada ancak çeşitli teoriler ileri sürülebilmekte. Lakin şu rahatlıkla söylenebilir: Tek Adam rejimi, herhangi bir demokratik açılım ile yan yana anılamayacak bir kriz rejimidir. Rejim varlığını ve gücünü bizatihi antidemokratik niteliğinden ve siyasal/toplumsal çatışmalardan almakta. Bu kriz ve çatışma alanlarından beslenerek sürekli bir meşruiyet devşirme çabası göstermekte. Bu açıdan Tek Adam rejiminin Kürt sorunu gibi kadim bir sorunu demokratik mekanizmalar ile çözerek Türkiye’de siyasal demokrasi alanını genişleteceğini, toplumsal/siyasal çatışma alanlarını yumuşatıp normalleştireceğini düşünmek için hiçbir geçerli sebep görünmüyor. Aksi olursa buna ancak şapka çıkarılır. O şapkadan 20 yıldır neler çıktığını bilsek de…
Yorumlar kapalıdır.