Havuçla sopa arasına sıkışan siyaset
31 Mart 2024’te AKP-MHP iktidarının yerel seçimlerde yaşadığı hüsran emekçi ve ezilenlerde haklı bir heyecan yaratmış ve hem ekmeğimizi hem de hak ve özgürlükler namına sahip olduğumuz her şeyi un ufak eden Tek Adam rejiminin yolun sonuna yaklaştığı inancı tüm muhalifleri sarmıştı.
Aradan henüz bir yıl geçmedi. Fakat bugün aynı saflarda bir ümitsizlikten değilse de diken üstünde olma halinden bahsetmek yersiz olmaz. Çünkü AKP-MHP yerel seçimler ile kaybettiği oyun kuruculuk inisiyatifini yeniden ve önemli ölçüde ele geçirmiş görünüyor.
Cumhur İttifakı yaşadığı sarsıntıyı bir dizi yoklama yaparak aşmaya çalıştı. Kendi ittifak bloğu dışında kalan her kesimin kendisine karşı konsolide olduğu bir seçimin ardından, önce içi boş bir normalleşme söylemiyle İmamoğlu-Özel-Yavaş CHP’sini kolayca paralize etti, hayli yıpranan meşruiyetini tamir fırsatı buldu ve seçimlerin etkisiyle muhalif kitlede açığa çıkan motivasyonu bir ölçüde kırmayı başardı.
Şimşek programı acımasızca uygulanırken enflasyonu düşürme bahanesi ile emekçilerden gasp edilen devasa miktarda servet sermayeye aktarıldı. Ücretlerin baskılanması, hayat pahalılığının hız kesmeyişi ve sendikal mücadele önündeki engeller işçi sınıfını kendisine karşı açılan bir savaşta silahsız bırakmışken, ana muhalefet partisi her zaman olduğu gibi kitleleri harekete geçirecek hiçbir yola başvurmadı.
Temmuzda ara zam talebi veya yıl sonunda asgari ücrete yapılacak zammın gerçek enflasyonun altında kalmaması gibi milyonların hayatını doğrudan etkileyen gündemler hak alıcı bir mücadelenin konusu yapılmak bir yana laf salatasıyla geçiştirildi.
Ajandasında iktidarını korumaktan daha önemli hiçbir gündemi olmadığından ancak safdillerin şüphe edebileceği AKP-MHP iktidarı şimdilerde kitlelerden ve sokaktan öcü gibi korkan biçare CHP’yi birçok koldan sıkıştırıyor.
Birincisi iktidar, DEM ile CHP arasında birkaç seçimdir kurulmuş olan sandık ittifakını bölmeyi hedefleyen ve esas hedefi bu olmasa da buna da yaramasını umduğu birçok hamle yaptı, yapmaya da devam edecek. Gerek CHP gerek DEM belediyelerine atanan ve atanması olası her bir kayyumun böyle bir anlamı da var. Kâh sendikacıları kâh kent uzlaşısı ile seçilen belediye başkanlarını hedef alan polisiye operasyonların bu yarılmayı hedefleyen nokta atışları olduğu da aşikâr.
İkincisi, olası bir cumhurbaşkanlığı seçimi için en güçlü aday olarak görülen İmamoğlu’nu gerek doğrudan kendisini gerekse de belediyelere dağılmış olan ekibini adım adım kriminalize ederek oyun dışına itmeye yönelmiş durumdalar.
Üçüncüsü belediye bütçelerini SGK borcu bahanesi ile kısarak darboğaza sokma hamlesi benzer başka hamlelerin de gelebileceğini gösteriyor.
Dördüncüsü, Bahçeli’nin ‘80 öncesi halka karşı estirdikleri faşist terörü anımsatarak her daim paramiliter zoru devreye sokabileceklerini hatırlatması ciddi bir tehdit olmasa dahi sindirme, pasifize etme hedefli dilin hız kesmeyeceğini gösteriyor.
Üstelik bu dört koldan saldırı hali dahi henüz CHP’nin düzen sınırları içinde ama daha derli toplu ve hedefli bir muhalefet stratejisi geliştirmesini sağlayabilmiş değil. Bir gün kırmızı kart maskaralığı sahneye konulurken birkaç hafta içinde o dahiyane(!) kampanya çoktan rafa kaldırılmış oluyor. Sözün özü CHP siyaset sınavından kaldı, kalmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Tek Adam rejimi şimdilerde Kürt siyasi hareketini de sınava tabi tutma hevesi içinde. Sırtında yumurta küfesi taşıyanların, muhatapları ne kadar güvenilmez olursa olsun bir barış ihtimalini en başından ellerinin tersiyle itmelerinin ne beklenecek ne istenecek şey olduğu açık. Açıkça yürütülerek topluma mal edilmesi ve bu coğrafyadaki tüm hak ve özgürlük talepleri ile bir aradalığı içerisinde ele alınarak içeriklendirilmesi durumunda, mevcut muğlak “süreç” pekâlâ AKP-MHP’nin altından kalkamayacağı bir sınava da çevrilebilir.
Değinip geçmekle yetinecek olursak sosyalist hareketin kronik etkisizliğinin sürdüğünü de belirtmemiz gerekiyor. Emeği odağına alan bir cepheyi kurmak yerine ya büyük siyaset hevesiyle CHP’nin peşine takılmaktan ya da kendinden başkasını sosyalist göremeyecek bir sekterizmin içinde debelenmekten kaçabilen yok gibi.
CHP’nin kendini korumaktan aciz halini yukarıda anlattık ki bu esasen onun düzen partisi oluşu ile karakterize olan doğal halidir. Fakat Kartalkaya’da apaçık bir sosyal cinayetle onlarca insan katledilmişken İstanbul’da sol sosyalist devrimci güçlerin bir ortak eylem dahi örgütle(ye)meyişi üzerine kafa yormak gerekiyor.
Sonuç olarak; AKP-MHP, muhataplarına havuç uzattığında tutulacağından, sopa gösterdiğinde kaçılacağından emin olduğu ölçüde daha rahat hareket ediyor ki bu da politik atmosferdeki değişimin esas sebebini açığa vuruyor: Bugün Türkiye sınıflar mücadelesine ve siyasal alana damga vuran o veya bu odağın varlığı değil devrimci siyasal odağın yokluğudur.
Kapitalizmden ve Tek Adam rejiminden kopuş perspektifinde netleşmiş, emekçileri ve ezilenleri o kopuşun yoluna taş döşeyecek talepler etrafında mücadeleye sevk edecek bir siyasi odağı yaratmak zorundayız.
Yorumlar kapalıdır.