Almanya: Seçimler ve hükümetler geçer, kriz ve kesintiler baki kalır

Almanya’daki erken seçimler hakkında pek çok makale yazıldı ve pek çok şey söylendi. Dünyanın en büyük dördüncü ekonomisinden ve Avrupa Birliği’nin (AB) motor gücünden bahsediyoruz. Ve hiç şüphesiz, ABD seçimleri kadar önemli olmasa da Berlin’de yaşananların uluslararası arenada ve dahası Avrupa açısından büyük yansımaları olacak. Şansölye seçimleri nihayet geldi. Şimdi ilk sonuçları çıkarmak ve seçimlerden sonra durumun nasıl gelişeceğinin yanı sıra devrimci solun görevlerini gözden geçirmemiz gerekiyor.

Seçim sonuçları

Seçime katılım oranı, Almanya’nın birleşmesinden bu yana rekor seviyeye ulaştı (yüzde 84) ve sonuçlar aşağı yukarı anketlerde tahmin edildiği gibi geldi: daha muhafazakâr alternatiflerin yükselişi ve mevcut hükümet partilerinin düşüşü. Bu durum, çarpık bir şekilde, sol alternatiflerin yokluğunda, Friedrich Merz’in Angela Merkel’le yıllarca iktidarda olan Hristiyan Demokrat Birliği/Bavyera Hristiyan Sosyal Birliği’nin (CDU/CSU) muhafazakâr ittifakına (oyların yüzde 28,5’i) veya aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’e (AfD) (2021 seçimlerinin neredeyse iki katıyla yüzde 20,6) oy vererek, Yeşiller ve küçük bir liberal partiyle ittifak kuran eski sosyal demokrat (SPD) hükümeti cezalandıran bir kesimi ifade ediyor. Eski Stalinist Komünist Parti üyeleri, Maoistler, Troçkist gruplar ve bağımsızlardan oluşan Die Linke (Sol Parti), mevcut kutuplaşmayı ve daha radikal seçeneklere yönelik arayışı doğrular şekilde önemli bir oy artışı elde etti.

Şansölye Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yüzde 16 ile üçüncü sırada yer aldı ve tarihinin en kötü seçimini yaşadı. Müttefikleri Yeşiller ise yaklaşık yüzde 12 ile dördüncü sırada.

Aşırı sağ, neonazi AfD’nin seçimlerdeki öngörülen oy artışı; Trump, Meloni, Le Pen ve Milei ile olduğu gibi, zaten iktidara gelen ve toplumsal krize, milyonların yaşam standartlarında düşüşe yol açan eski geleneksel kapitalist partilerden bıkan toplumsal bir kesimin yanlış yönde cezalandırmasını temsil ediyor.

Gelecek günlerde medyada koalisyonlar ve koltuklar için pazarlıkların yapıldığı bu “seçim oyununu” göreceğiz. Ortaya hangi koalisyon çıkarsa çıksın hiçbiri mevcut barınma, sağlık, eğitim, yükselen militarizm, endüstrideki işten çıkarmalar gibi sorunlara köklü çözümler getirmeyecek.

Seçim kampanyası

Seçim kampanyası, açık yabancı düşmanlığıyla dikkat çekti. Büyük partiler (SPD, CDU, Yeşiller ve AfD) kimin en göçmen karşıtı politikaya sahip olduğunu göstermek için adeta yarışıyordu. Tüm sorunların kaynağının yabancıların fazla sayıda olmasından kaynaklandığını göstermeye odaklanan tartışma bir yürütüldü ve bu nedenle bazıları “düzenlemeler” gerektiğini, aşırı sağcı AfD gibi bazıları ise yabancıların tamamen sınır dışı edilmesini söylüyordu.

Ancak asgari ciddiyette bir analiz yapan herkes, göçmenlere yönelik bu saldırının tamamen seçim odaklı ve popülist bir söylem olduğunu görür. Bu, yalnızca nüfusun büyük bir kısmının dikkatini ülkenin içinde bulunduğu gerçek sorunlardan uzaklaştırmak ve böylece gerçek çözümleri tartışmaktan kaçınmak için kullanılan bir araçtan ibarettir. Almanya’nın göçmenleri sınır dışı edemeyeceği, aksine işgücü eksikliği nedeniyle boş kalan yüz binlerce iş pozisyonunu doldurmak için ve düşük doğum oranı nedeniyle yaşadığı derin demografik sorunlar nedeniyle göçe ihtiyacı olduğu ortadadır. Göçmenleri sınır dışı etme politikası uygulandığı takdirde Alman kapitalist üretimi neredeyse anında felç olacaktır.

Alman kapitalist yapısının krizi

Asıl sorun, ekonominin yapısal krizinden ya da birçok ekonomistin “Alman mucizesinin sonu” veya “bir döngünün sonu” olarak adlandırdığı durumdan kaynaklanmakta. Bu derin kriz durumu pek çok etkene bağlı. Bunların bir kısmı uluslararası etkenlerken kaynaklanırken bir kısmı da iç sorunlar ve hepsi içe içe girmiş durumda. Bu sorunlardan birkaçını inceleyelim.

Bir yanda, emperyalistler arası güçlü bir anlaşmazlık ortaya çıkaran derinleşen küresel kapitalist kriz söz konusu. Almanya, iki ana rakip olan ABD ve Çin arasında sıkışmış durumda ve dünyanın dördüncü veya üçüncü büyük ekonomisi olmasına rağmen, hesaba katılan rakamlara bağlı olarak iki ana gücün çok gerisinde. Bu durum Almanya’yı kötü bir güçler dengesiyle bu yarışta bir derece kazanmak için mücadele etmeye zorluyor. Üstelik, esasında ihracatçı bir ülke olduğundan gümrük tarifeleri, gümrük kotaları ve pazarlar için verilen büyük kavgalarla bu “ticaret savaşı” ona hiç fayda sağlamıyor.

Dikkate alınması gereken diğer unsurlarınsa Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana büyük ölçüde ABD tarafından kontrol edilen bir ülke olmaya devam etmesi; sektördeki krizin birincil endüstrisi olan otomotiv endüstrisini kötü etkilemesi; Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın endüstrisini işletmek için gerekli düşük maliyetli gaz ve petrol alımını durdurmasına neden olması; dijitalleşmeyle ilgili her konuda çok geri kalmış bir ülke olması olduğu söylenebilir. Tüm bu sorunlara, Alman anayasasının, Sosyal Demokrat Scholz başkanlığındaki hükümetin ekonomiyi canlandırmak için borçlanmayı artırmasını engellemesi de eklendi.

İşçilerden başka gerçek alternatif yok

Ne yazık ki, işçi sınıfı ve halk için alternatif bir program öneren bir parti olmadı. Böylece CDU, AfD veya BSD (Die Linke’nin eski lideri Sahra Wagenknecht’in partisi), kampanyalarını göç konusuna odaklayarak mevcut duruma ekonomik bir yanıt verecek bir öneri sunmadaki yetersizliklerini gizleyebildiler. SPD ve Yeşiller ise “Dikkat edin, sağ geliyor” kampanyasına odaklanarak seçmenlerini harekete geçirmeye odaklandı ve böylece mevcut hükümetin bir felaket olduğu gerçeğini görmezden gelip krizden çıkmak için alternatif bir önerileri olmadığını da gizleyebilmiş oldular.

Tartışmayı göç konusunda odaklamak, rejim partilerine somut öneriler sunmaktan kaçınma fırsatı verdi. Ekonomik çözümlerin nadiren tartışıldığı durumlarda ise bazı partiler, denge tutturmak için her alanda kesintiler öngören “sıfır açık” politikasını önerirken diğerleri iç pazarı canlandırmak için daha fazla borçlanma modelini savundu. Bildiğimiz gibi, bu iki projenin de işçilere ve halka faydası yok. Ufak tefek farklılıklarıyla beraber tüm bu partiler, büyük Alman kapitalizmi için yönetiyorlar ve yönetecekler.

Seçimlerden çıkarılan bazı sonuçlar ve perspektifler

Büyük olasılıkla, muhafazakâr Merz liderliğinde bir koalisyon hükümeti ortaya çıkacak. Ancak bu hükümetin net bir çoğunluğu yok ve Alman şirketlerinin güvenini yeniden kazanıp kâr oranlarını iyileştirmeleri için ihtiyaç duyulan kesinti planını uygulama konusunda da bir birliğe sahip değil. Sayılar net bir çoğunluğun olmadığını gösteriyor ve bu durum sağlam bir yeni hükümet kurulmasını zorlaştıracak. Ancak gelecekteki hükümetin ne kadar sağlam olacağından veya görev süresini tamamlayıp tamamlayamayacağından bağımsız olarak kesin olan bir şey var: İster “sıfır açık” modeliyle ister borç artırma modeliyle olsun, işçi sınıfını bekleyenler eğitim, sağlık ve emeklilik gibi toplumsal konularda daha fazla kesinti, “Alman şirketlerinin daha rekabetçi olması” için daha fazla iş esnekliği, askeri bütçede artış, Filistin’deki soykırıma destek ve fazlası.

Başta söylediğimiz gibi, seçimlerin erkene alınması gerekti ve bu, Almanya’da hiç de normal olmayan, bariz bir siyasi krize işaret eden bir olaydı. On yıllardır hüküm süren istikrar sona eriyor ve yerini artan toplumsal kutuplaşmaya bırakıyor. Kriz artık sadece çevresini etkilemiyor, Avrupa’nın göbeğine kadar geldi ve burada kalıcı. Toplumda belirgin bir hoşnutsuzluk kendini gösterirken siyasi ve sendikal çatışmalar artıyor. Son iki yılda metal işçileri, demiryolu işçileri, liman işçileri, Lufthansa yer personeli ve dahası ücret artışı veya daha iyi çalışma koşulları için grevler ve protestolar düzenlendi. 

Bu durum karşısında işçi sınıfı, bu kapitalist korku filminin sadece bir izleyicisi olmaktan çıkmalı, gençlikle ve halk kesimleriyle birlikte hem mevcut hem de gelecek mücadelelerin ön saflarında yer almalıdır. Yeni hükümetle ilk andan itibaren yüzleşmek zorunda kalacağız. İşyerlerinde ve okullarda mücadeleci temsilciler seçmeli, sendika liderlerinden mücadelelere öncülük etmelerini talep etmeliyiz. Çıkarlarımızı temsil eden, mevcut sorunlara bütüncül ve sınıfsal yanıtlar sunan programlar öne sürmeliyiz. Programlar ve partiler tam da bu süreçte sınanır. Bu aynı zamanda aşırı sağın büyümesiyle yüzleşmek ve onu yenmek için bir alternatif olan, gerçekten bağımsız bir solun, sınıf temelli bir siyasi örgütlenmenin gelişiminin temelidir. Şu anda sosyalist ve devrimci bir parti inşa etmek hem gereklidir hem de mümkündür. İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) militanları Almanya’da tam da bu perspektifle çalışıyor.

24 Şubat 2025

Yorumlar kapalıdır.