Avrupa’da aşırı sağın yükselişini nasıl kavramalı?

Geçtiğimiz haziran ayında gerçekleşen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri birçok açıdan önemli sonuçlar doğurdu. Ama tabii ki bu sonuçların tamamını incelemek daha kapsamlı bir yazıyı zorunlu kılıyor.

Ortaya çıkan sonuçlardan en önemli ikisi, Avrupa emperyalizminin krizinin derinleşmesi ve biri Fransa Le Pen (daha merkezci ve modere bir sağ anlayış) diğeri de Almanya AfD kanadı olarak ikiye bölünmüş de olsa aşırı sağın yükseliş eğilimleri. Keza bu iki sonuç birbirleriyle de oldukça ilişkili.

Kapitalizmin 2008 yılında başlayan krizini halen aşamaması, ekonomik krizin politik istikrarsızlıkları ve krizleri de beraberinde getirmesi sonucunu doğuruyor. Son 16 yılda Avrupa özelinde bunun birçok örneğini gördük. AP seçimleri ise AB emperyalizminin başat iki gücü Almanya ve Fransa’da bu çoklu kriz dinamiklerinin bir hayli derinleştiğini bir kez daha ortaya çıkardı. Ve bu çoklu kriz ortamından en çok beslenen yapıların aşırı sağ partiler olduğunu da gözler önüne serdi.

Bu durum, aşırı sağın güçlenişi üzerine şu birkaç soruyu ortaya atmayı zorunlu kılıyor bizce: Kitleler geri döndürülemez bir şekilde aşırı sağ politikalarda konsolide mi oldu? Yoksa Avrupa sol-sosyalist partilerinin “sağcılaşan”, ehven-i şer politikaları kitleleri alternatifsiz bıraktığından aşırı sağa doğru seçim yoluyla bir yönelim mi gösteriyorlar?

Dünya sosyalist hareketinin sınıf işbirlikçi, izlenimci ya da sekter kanatları ilk soruya evet cevabını veriyorlar. Aşırı sağın, faşist/faşizan grupların konsolide olabilmesinin kitle hareketinin nihai bir yenilgi yaşamış olması gerektiği gerçeğinin üzerinden atlayarak.

Aşırı sağın güçlenişini tabii ki küçümsememek gerekiyor ve bu güçlenişi mümkün kılan somut durumu da iyi analiz edebilmek elzem. Merkez sağ, merkez sol ya da sosyal demokrat partilerin tamamı son 16 yılda kemer sıkma politikalarıyla krizin faturasını kitlelere ödetmeye çalıştı. Ekonomik çöküş, orta sınıfların ezilmesini beraberinde getirdi. Toplumsal kutuplaşma tırmandı. Ve bu kutuplaşmanın göçmen, lgbti+, kadın düşmanı popülist politikalarla aşırı sağa bir zemin sunduğu aşikâr.

Ancak aşikâr olan bir başka gerçek de Avrupa emekçi halklarının bu çoklu kriz ortamı karşısında mücadele azminden geri adım atmamış olmaları gerçeği. Kitleler kemer sıkma politikalarına, baskıcı uygulamalara ve daha birçok şeye karşı mücadele sahnesini terk etmiş değil ya da nihai bir yenilgi almış da değiller.

Ama tüm bu mücadele deneyimlerinde taleplerine cevap üretebilecek bir alternatif ararken reformist ya da yeni reformist sol tarafından yüz üstü bırakılmış durumdalar. Ekonomik krizle geçen son 16 yılda, kitleler birçok ülkede kapitalizmi sorgulayarak seferber olmuşken sosyalist partiler sürekli olarak “daha insani bir kapitalizm mümkün” yalanı üzerinden bu mücadeleleri düzenden kopuş perspektifiyle ilerletemediler. Halbuki kapitalizm bile bundan iyisi can sağlığı derken!

Evet, aşırı sağ politikalar son dönemde güç kazandı. Sadece Avrupa’da da değil, dünyada da ve Türkiye’de de. Ve aşırı sağ partiler de seçimler yoluyla kitlelerin tepki oylarını kendisine çekmeyi başarabildi birçok örnekte. Ancak gerçekçi olacaksak, bu durumun asıl sorumluluğu kitlelerde değil, biz sosyalistlerde.

Cevap vermemiz gereken soru basit, uygulaması zorlu olsa da. Sınıf işbirliğinden, ehven-i şerden kopup, emekçi sınıfların aramakta olduğu alternatifi, acil talepler etrafında devrimcilerin birliğini yaratma ve bu birliği kapitalizmden kopuş perspektifiyle ilerletme sorumluluğunu alacak mıyız almayacak mıyız?

Yorumlar kapalıdır.