Okur mektubu: “Yoksulluk utanç değil, onurlu yaşam mücadelesidir”
Kapitalizmin meşrulaştırılmasında kullanılan birtakım başarı hikâyeleri vardır. Bu hikâyeler sınıfsal eşitsizlikleri, yoksulluğu ve sömürüyü görmezden gelerek, herkesin yalnızca çalışıp çabalayarak zengin olabileceğini öne sürer: “Temizlikçi olarak işe başladı, sonra çalıştığı şirketi satın aldı.” “Sabancı limon satarak geldi bu günlere.” “Koç sıfırdan başladı…” Sanki azimli, çalışkan, akıllı olan herkesin bir gün zengin olabileceği masalı anlatılır. “Yeter ki istesin, neleri başaramaz ki insan?” denir. Doğru, neleri başaramaz ki insan…
Mesela 22 bin TL asgari ücretle geçinmeye çalışan bir işçi kiralı, çocuklu, borçlu haliyle hâlâ ayakta kalmaya çalışıyorsa, bunu neden bir başarı hikâyesi olarak görmezler? Çünkü bu hikâyede Sabancı’nın limon sattıktan sonra biten yoksulluğu yoktur. Koç’un “sıfırdan başladıktan” sonra o sözde zor günleri yoktur artık.
Ömür boyu yoksulluk vardır işçinin bu başarısında. Makyajlı TÜİK verileriyle bastırılmış enflasyonla yaşam mücadelesi veren işçi yıllarca çalışır, sonra emeklilik için yaş bekler. Emekli olur, maaşı 15 bin TL’ye düşer. Ve hâlâ birileri çıkar, “Bak işte, temizlikçiydi, şimdi şirketin sahibi oldu,” deyip bu trajediyi kötü bir şakaya çevirir.
Ama bu şakalar bitmez; renkli ışıklar altında, şaşalı hayat hikâyeleriyle, dizilerle, filmlerle süslenir. Burjuva yaşamı kutsanır, özendirilir. Peki işçi, bu hikâyelere bakıp kendini başarısız mı hissetmeli? Bu yaşam koşullarından utanmalı mı?
Yoksulluk utanılacak bir durum değil, onurlu bir yaşam mücadelesidir. El emeğiyle, alın teriyle yaşamak utanç değil, direniştir. Onun gibi yaşayan milyonların sınıf kardeşi olduğunu bildiği an; yoksulluğun kişisel değil, toplumsal bir sonuç olduğunu kavradığı an, artık başka bir yolda yürümeye başlar.
O yol, sorgulamanın ötesine geçip değiştirme arzusuyla yanıp tutuşanların yoludur. O yolun sabahı kimi zaman bir çekiç sesiyle başlar, kimi zaman fabrika sireniyle… Kimi zaman bir çocuğun aç karnı, kimi zaman ay sonunu getirememenin sert zorluğu gibi yüze çarpan gerçeklerle biten nice çalışma günleri yaşamı boyunca sürer gider. Çocuklarına “Bugün değil,” demekten kalbi sızlayanların, asgari ücretle hayatta kalmayı başaranların sessiz ama direngen yürüyüşüdür o yol. Yoksulluğu omzunda değil bilincinde taşıyanların, “Bu düzen böyle gitmez,” diyenlerin yoludur. İlk adımı düş kurmakla atılır; bir hayalin üstüne dökülen gözyaşı, mücadeleye yazılmış bir yemindir.
Kurduğu düşte ekmek vardır, adalet vardır, kardeşlik vardır. Sabancı’nın fabrikasında, Koç’un holdinginde alın teriyle büyütülen o zenginliğin ardında kimlerin yoksulluk çektiğini bilerek yaşamak vardır. Ve bilir ki o holdinglerin temeli, kendi ömrüyle harçlanmıştır.
İşte bu yüzden işçinin başarı hikâyesi zengin olmak değildir. Sınıf bilincine varmak, omuz omuza mücadele etmek, bir gün kendi kaderini eline almaktır. Başarı, milyonların alın terini çalıp kendini “başarılı” ilan edenlerin değil, alın terini paylaşanların hikâyesidir.
Yoksulluk ayıp değildir. Ama yoksulluğu üretip onu başarı hikâyesiyle süsleyen bu düzen, arsızlıktır.
Metal işçisi Yılmaz
Yorumlar kapalıdır.