Bir iş görüşmesi: Başvuran No. 734
Sabahın soğuğu, umut ışığı taşımadan sokaklara çökmüştü. Yorgun gözleri ve derin düşünceleriyle, bir zamanlar umut dolu olan bir zihnin hâlâ kırıntılarını taşıyordu.
Binaya girdiğinde, kapının sensörü onu isteksizce selamladı. Koridorlar parlaktı ama ışığın altında hiçbir sıcaklık yoktu; duvarlarda asılı çerçeveler “verimlilik” diye tekrarlıyordu kendini. Nihayet müdürün ofisini buldu.
Burası bir ofis değil, bir veri laboratuvarı gibiydi. İşçi, belki ismiyle var olmayı, belki de sadece “Başvuran No. 734” olarak ölçülmeyi bekliyordu. İçinde, birbiriyle çelişen sesler uğultulu bir koro oluşturmuştu. Biri fısıldıyordu: “Kaç.” Diğeri homurdanıyordu: “Boyun eğ.”
“Önce iki sorum olacak,” dedi müdür. “Günde on iki saate varan vardiyalara uyum sağlayabilir misiniz? Fazla mesai mevcut. Verimlilik hedeflerini kabul ediyor musunuz?”
Öfke, kısa ve keskin bir kıvılcım gibi parladı; hemen ardından yorgunluk geldi, kıvılcımı söndürdü.
“Evet,” dedi işçi, sesi kulağına bir yabancının sesi gibi geldi. Neden evet? Ne için onay veriyorum? Bu sessizliğe mi, bu gürültüye mi?
Müdürün gözleri, verim tablolarını andıran katı bir ciddiyetle parladı.
“Biz burada insan yetiştirmiyoruz,” dedi, dudaklarında bir süreklilik hatası olmadan. “Biz burada üretim süreçlerini işletiyoruz. Siz, eğer seçilirseniz, bu sürecin bir unsurusunuzdur. Bireysel talepleriniz kayda geçer, değerlendirilir, fakat sonuç işletme politikalarına göre belirlenir. Beklentileriniz nelerdir?”
Soru, bir bıçak gibi saplandı korunaksız ruhuna.
Beklenti?
Beklenti, geleceğe dair bir umuttu. Oysa burada gelecek yoktu; zaman, kendi üstüne çöken boğucu bir şimdiden ibaretti.
“Çalışmak,” diye karşılık verdi, “Bir şeyler üretmek.”
“Yalan,” diye mırıldandı içindeki ses. “Üretmek mi istiyorsun? Yoksa sadece istemediğin koşullara boyun eğmek mi? Tüm bunlar, kendi varlığının sesini susturmak için mi?”
Müdür başını hafifçe yana eğdi. Bu bir anlama işareti değil, sadece bir fiziksel düzeltmeydi.
“Üretim,” dedi, “verimlilik fonksiyonunun bir çıktısıdır. Biz burada çıktıları değil, fonksiyonun kendisini optimize ederiz. Siz, bu fonksiyonda bir değişken olacaksınız. Değeriniz, sistem tarafından atanan katsayınıza bağlı.”
Müdür, son bir kez, bir barkod okur gibi baktı ona. “Uyum sağlayacağınızı varsayıyoruz. Uyum sağlamak, varlığınızı sürdürmenizin ön koşuludur. Uyum sağlamamak…” Cümlesini bitirmedi. Bitirmesine gerek yoktu. Bitmemiş cümle, odadaki tüm olasılıkların içinde en ağır olanını temsil ediyordu.
En nihayetinde, bir hesap makinesinin tuşuna basar gibi karar verdi:
“Şu an pozisyon uygun görünüyor. Gerekli evrakları tamamladığınız takdirde, pazartesi sabahı 07.00’de işe başlamanız bekleniyor.”
Ayağa kalktı. Vücudu, kendisine iade edilmiş gibi ağırlaşmıştı.
Pazartesi sabahı, fabrikanın kapısından içeri adım attığında, ilk vardiyanın soğuk havasını içine çekti. İş elbisesi, ilk günün tedirginliği, makinelerin ağır nefesi… Akşam olup da elini yıkadığında, suyun altında biriken kirlerin nasıl silindiğini değil, ruhunun bir bölümünün nasıl pırıltısını yitirdiğini fark etti.
Yine de, her günün sonunda evine dönerken, annesinin gülümsemesini, faturaların ödendiği küçük bir anı düşündü; bu düşünce, ona bir tür direniş verdi – sessiz, bitkin ama gerçek.
Böylece Başvuran No. 734, bir montaj hattının halkası, bir vardiyanın gölgesi oldu.
Yorumlar kapalıdır.