Şapkadan tavşan çıkmayacak! Hayır de!

Hile daha adında başladı! Baktılar halkın çoğunluğu başkanlık sistemine karşı, ne yapsalar evet demeyecek, el çabukluğuyla adını cumhurbaşkanlığı sistemi koydular. Pekiyi, ikisinin arasındaki fark nedir? Öyle değil de böyle deyince, önerilen sistemin neresinde, hangi değişiklik söz konusu oldu? MHP çok duyarlıymış! Kesinkes başkanlığa karşıymış ama cumhurbaşkanlığı sistemi olursa o zaman akan sular dururmuş! Nitekim dediğini de yapmış; sistemin adı başkanlık değil cumhurbaşkanlığı olmuş. O yüzden de Devlet Bahçeli mecliste olduğu gibi referandumda da evet diyecekmiş. Bunlar gerçekten halkı ahmak sanıyor! Tabii ki aralarında hiçbir fark yok; ha cumhurbaşkanlığı sistemi demişsin ha başkanlık sistemi, özünde ikisi de aynı kapıya çıkıyor, yani tek adam rejimine! Farkı isim aldatmacasında! Çocuk kandırır gibi Ali-Veli olmadı, Veli-Ali yapalım kurnazlığında! Şimdi adı Başkan yerine Cumhurbaşkanı konunca halk nazarında bütün sorun çözülmüş mü oldu? Ağızlarından Kemalistlerin, seçkinlerin on yıllardır halkı koyun yerine koyduğunu, bidon kafalı dediğini düşürmeyenlerin şu yaptıklarına bakın! Bu kadar mı cahil sanıyorsunuz bu ülkenin insanlarını? Ne derseniz deyin, ne yaparsanız yapın, sorgusuz sualsiz bir şekilde, bu ülkenin insanlarının her durumda sonuna kadar peşinizden geleceğini mi sanıyorsunuz? Emin misiniz, yoksa çaresizce çaresiz mi?

Pekiyi, tek adamlık ne demek? Kuvvetler ayrılığı neden önemli? Denetim, hesap verirlik olmazsa ne olur? Bu sorulara cevap bulabilmek için, gelecekte bunlardan tamamen yoksun olursak bizi neler bekliyor olabilir? Kıssadan hisse bir örneğe bakalım. 1994’ten bugüne yani neredeyse 25 yıldır İstanbul’u RTE –belediye başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak- kesintisiz şekilde, doğrudan-dolaylı yönetiyor. Son yaptığı konuşmalardan birinde, sanki sorumlusu kendisi değilmiş gibi, İstanbul’un gökdelenler, plansız inşaatlarla mahvedildiğini söyleyiverdi. İki yüz yıl önceden bahsetmiyoruz, biliyoruz, hepsini kendisi yaptı! Üstelik daha düne kadar da, bizden öncekiler bir çivi bile çakmadı, hepsini biz yaptık, diyerek propagandasını yapıyordu! Soralım: Hani İstanbul’u dünyanın finans merkezi yapacaktınız; bütün bu gökdelenler, AVM’ler de onların altyapısıydı! Ne oldu da birden bire tu kaka oldu hepsi birden? Pekiyi, siz yapmadınız da kim yaptı, kim izin verdi? Ve madem bunlar yanlış, neden 25 yıldır dur demediniz, hesap sormadınız, halen de sormuyorsunuz? İnşaatçılar da mı kandırdı sizi? Bundan sonra ne olacak? Anlaşılan dikeyden yataya geçmeliymişiz. Yani 25 yıldır yaptığın her şeyi yık, yerine yenilerini yap. Halkın parası, emeği, alın teri Cengizlerin, Limakların cebine aksın… Buraya onlarca değil benzeri yüzlerce örnek eklenebilir. Lakin uzatmayalım, işin özüne gelelim ve soralım: Ülkenin anahtarını; bir dediği bir dediğini tutmayan, bugün söylediğini yarın inkâr eden, sorumluluktan sürekli kaçan böyle bir zihniyete vermek konusunda emin miyiz? Soruyoruz çünkü perşembenin gelişi çarşambadan belli! Sonunun hüsran olmaması imkânsız bir işe onay vermenin vebali her açıdan çok büyük, çünkü hepimiz olay mahallindeyiz. Bir başka ülke için sistem-başkan seçmiyoruz. Mağazadan aldığınız ayakkabı sıkarsa geri verirsiniz ama burada o şans yok. Deneyelim vurursa geri veririz şansının olmadığı, bir bakıma geri dönüşü olmayacak, bir tercihte bulunacağız. Bu şartlar altında anne-babamıza vermeyeceğimiz bir yetkiyi hemen her yaptığı elde kalan birine nasıl vereceğiz? Bunu bir kez daha düşünelim.

Yürütmeyi güçlendirme faslına gelince; bunun yolu tek adamlıktan değil her bir parçası etkin-güçlü emek eksenli kolektif akıldan-yönetimden geçer. Futboldan bir örnek verelim: Messi dünyanın en iyi futbolcularından biri durumunda ve onun liderliğinde Barcelona başarıdan başarıya koşuyor. Ama aynı Messi kaptanı olduğu Arjantin’de aynı başarıyı tekrarlayamıyor. Çünkü işin sırrı tek adamlıkta değil, takım oyununda. Ve tabii tersi olsaydı dahi yani Messi eşittir bir takım olsaydı eğer, uzun vadede bu da güç değil güçsüzlük olurdu. Messi sakatlandığında bütün takım sakatlanmış, Messi öldüğünde bütün takım ölmüş olurdu. Devamlılık, sürdürülebilirlik olmazdı. Bunu 80 milyonluk nüfusu olan bir ülkeye uyarlayın. Deneyimle biliyoruz ki, tek adama dayalı her şeyde şapkadan tavşan çıkması beklenir ve o tavşan genellikle çıkmaz. Kısa süreli başarılar yerini daima uzun süreli kayıplara bırakır. Kısacası dünya sadece beşten değil birden de büyüktür. 80 milyonun ihtiyacı başına çoban seçmek değil, özgür ve eşit yaşayabileceği bir düzen kurmaktır. Bunun yolu ise o çok övünülen tünelleri, köprüleri, duble yolları yapan işçi ve emekçilerin birlik ve mücadelesinden geçer; emekçiler her şeyi yaptıktan sonra gelip kurdele kesenlerin düzeninden değil… Tavşanı da özgür kılmak için, Hayır! 

Yorumlar kapalıdır.