CHP ve silahlı adamlar…

Ah silahlı olmasalardı var ya..!” CHP Genel Başkanı’nın içinden böyle bir cümle geçmiş midir? Hiç sanmıyoruz. O öyle birisi değil; partisi de öyle bir parti değil. Nereden belli? Bu “silahlı adamlar” meselesinin üzerine dahi gitmeden, bunu bir vaka-i âdiye olarak kabul edip referandumun ardından başlayan son derece haklı protestolara sahip çıkmamalarından; ve de asıl hedeflerinin 2019 seçimleri olduğu yolundaki doğrudan veya dolaylı açıklamalarından… Oysa daha 16 Nisan akşamı, referandumun hem öncesi hem de sonrasıyla eşitsiz, adaletsiz, hileli, kanunsuz ve dolayısıyla da gayrı meşru olduğunu ilan etmişlerdi. Üstelik bu referandumla hedeflenenin bir “sistem” değişikliği değil, bir rejim değişikliği olduğunu, RTE’nin her türlü hukuk ve yasa dışı yolla bir “diktatör” olmayı amaçladığını bütün kampanya boyunca tekrar tekrar vurgulamışlardı. Bununla da kalmamışlar ve yeniden resmen partili olması nedeniyle RTE’nin bundan böyle sadece AKP’lilerin cumhurbaşkanı olacağını ve kendisini tanımadıklarını açıklamışlardı.

Yani CHP, bir yandan Cumhurbaşkanı’nı “yok” farzederken, öte yandan onun kurduğu yeni düzeni “var” kabul ederek 2019’daki cumhurbaşkanlığı, daha doğrusu “başkanlık” seçimlerine hazırlanacak. Çok karışık bir durum! Aslında “kolayı” vardı: Bu her şeyiyle gayrı meşru referandumun sonuçlarını reddederek meşru direnme hakkını kullanmak. Yani dünyadaki pek çok örneğinde olduğu gibi halkın “hayır” oyu veren kesimini oylarına sahip çıkmak amacıyla protesto eylemlerine, meydanlara çağırmak…

Bir düzen partisinin bildik halleri..!

Ancak CHP bu haklı ve meşru yolu izlemek yerine, en “devletlû” haliyle o bildik tavrını koymuştur. İşte “düzen partisi” olmak böyle bir şeydir. Önce tutar tarafı kalmamış o yarı-Bonapartist “eski düzeni” savunup AKP’nin bir dönem, bırakın reformculuğu, neredeyse “devrimci” mertebesine yükseltilmesine çanak tutmak, ardından da AKP’nin eseri neo-Bonapartist “yeni düzeni” kabullenmek ve onun dayattığı kurallar doğrultusunda, şimdiden bir başkan adayı aramaya başlamak! Yani öylesine bir “devlet ve düzen düşkünlüğü” hali.

Hani bu halin ve tutumun bir faydası olsa anlayacağız; ama yok. İlk günlerde, aslında kaybettiğinin bilinciyle derin bir moral bozukluğuna gömülen Saray iktidarının tersine, kriz CHP’de patlak verdi. Belli ki, göreli referandum başarısına rağmen kendi kadrolarının bile CHP’den bir umudu yok! Şimdi uzun süre “geleneksel kurultay savaşlarıyla” meşgul olacaklar. CHP referandum sonuçlarını da anlayabilmiş değil. Yüzde 48,6 oranındaki “hayır” oyunu tek başına kendi eseri sayıp hanesine kaydetmeye çalışıyor. Oysa “hayırcı” kitle bünyesinde önemli farklılıkları ve çelişkileri barındırıyor. Bu kitlenin bir kısmı tek adam iktidarının Kürtlere özerklik vereceği endişesiyle oy kullanırken bir kısmı bu iktidarın Kürtlere, özerklik şöyle dursun hiçbir şey vermeyeceği düşüncesiyle “hayır” dedi. “Cephe” daha birçok çelişkiyi barındırıyor. Ayrıca bu “hayır”ın içinde farklı pek çok kesimin emeği, çabası var; yani sonuç hiç kimsenin babasının malı değil.

CHP tek değişken mi… Bunlar seçimle gider mi..?

2019’a hazırlanma niyetindeki CHP’nin politik olarak asıl yanılgısı kendini sürecin tek değişkeni olarak görmesi. Yani zaman geçtikçe bir soyutlamaya dönüşecek olan “aslında hayır kazandı” düşüncesi ve “demokrasi talep eden yüzde 48,6’lık taş gibi bir blok” inancıyla 2019’a varabileceğini; ve de kendi dışındaki her şeyin o zamana kadar adeta hareketsiz kalacağını düşünüyor ana muhalefet partisi. Tabii, o süre içinde bugünün “evetçi”lerinin bir bölümünün de ikna edilip “demokrasi” saflarına kazanılması mümkün. Böylece seçim günü geldiğinde “demokrasi cephesi”nin bütün muhalefeti temsil edecek olan adayı seçimi kazanacak ve Türkiye’de demokrasi “yeniden” tesis edilecek.

Elbette kimler nereden nereye geçer, kimler demokrasinin ışığıyla aydınlanır, kimler saf değiştirip kararır ve dengeler nasıl bir değişim gösterir bugünden tam olarak bilemeyiz. Ancak RTE’nin seçimle gitmek gibi bir niyetinin olmadığı malum. Bugün, bir referandumda, bırakın devletin bütün imkânlarını kullanarak uygulanan hile hurda, baskı ve zulmü, açık bir kanunsuzlukla sonucu belirleyen bir rejimin, muhtemelen daha da kökleşeceği bir dönemde işi şansa bırakmayacağı çok açık değil mi? Bugünün “sınırlı” imkânlarıyla bunları yapan yarının anayasal imkânlarıyla neler yapmaz! Hele ki adamlar bu kadar silahlanmışken! Valla biz demiyoruz, Kılıçdaroğlu diyor. Bu durumda hem seçim kazanmak mümkün olamayacak, hem de protesto etmek. Üstelik iktidarın 2019’da daha dürüst, daha demokrat ve daha barışçı olacağına dair hiçbir garanti veya ihtimal yoksa!

Faydalı bir bilgi..!

Ha, küçük bir ayrıntı daha; belki başta CHP, gelecekte bir diktatörlük rejimi endişesi yaşayanlar için faydalı olabilir: O rejim aslında yürürlükte! Tabii Türkiye solunu faşizmden aşağısı kurtarmaz ama bugün dünyanın bir dizi ülkesinde olduğu gibi bizde de yeni bir tür Bonapartist rejim egemen durumda. Bildik şeylere tam olarak benzememesi bu yeni olma halinden kaynaklanıyor. Bu tür rejimler, zor dahil çeşitli araçlarla giderek denetim altına alınan toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir ortamda, her türlü yasal veya yasadışı yolla elde edilen seçim başarılarına dayanıyor. Yani varlığı neticede her ne pahasına olursa olsun seçimleri kaybetmemeye bağlı. Bu rejim yarın nerelere evrilir, 2019’a kadar neler olur, kim hangi marifetlerini sergiler tam olarak bilemeyiz, ancak bu haliyle bir seçim başarısızlığıyla sona ermesi mümkün değil; 7 Haziran’ı unutmayalım. CHP, “diktatörlük rejimi” konusunda gerçekten samimiyse bu hususu hesaba katmalıdır. Türkiye’de “diktatörlük rejimi” belirli bir biçimiyle artık geleceğin değil bugünün sorunudur.

Ama adamlar…

Bu yüzden, yüzde 48,6’yı hanesine yazan CHP’nin yapması gereken, olacağı veya nasıl olacağı bile belirsiz gelecekteki bir seçime şimdiden hazırlanmaya başlamak değil, halkı, iş işten geçmeden meydanlara çağırarak hakkına hukukuna sahip çıkmaya çağırmaktı; tabii işin büyümeye başladığı bir noktada yan çizmeden. Bu yönde CHP’ye yönelik pek çok eleştiri var; ancak bir faydası olur mu o ayrı! Ama yine de haksızlık etmeyelim; baksanıza adamlar silahlıymış! Bu konuda Türkiye’nin, solun ve elbette CHP’nin tarihinden yola çıkarak çok şey söyleyebiliriz. 60’lı 70’li yıllarda yaşananlar, bugün Kürtlerin yaşadıkları düşünüldüğünde endişelenmemek mümkün değil. Hatta bundan sonraki askeri darbenin muhtemel gerekçesinin “kardeş kavgası” ve “toplumsal kamplaşma” olacağını da söyleyebiliriz.

Evet, tehlike büyüktür. Herhalde CHP de bu duruma işaret etmektedir. Ancak etrafta sağa sola saldırmaya hazır silahlı kişilerin varlığı “normal” bir durummuş ve de bir şey yokmuş gibi, ortalığı birbirine katmamak, iktidara “Yahu bu adamlar kim, bunları kim silahlandırdı?” diye hesap sormamak ana muhalefet partisi ve lideri için dahi tuhaf bir durumdur! CHP bu duruma gerçek bir tepki vereceğine “Aman sokağa çıkmayın!” diyor

Dışarıda silahlı adamların olması sokağa çıkmamanın gerekçesi olamaz. Eğer bu referandumun tüm sonuçlarıyla gayrı meşru olduğuna, işin bir rejim değişikliğine gittiğine ve yüzde 48,6’nın kendi eserin olduğuna inanıyorsan kitlelerin “hayır” iradesine sahip çıkarsın. Tabii lafla değil, eylemle; gerekli önlemleri alarak, toplantıların, mitinglerin, yürüyüş kollarının, protesto eylemlerinin güvenliğini sağlayarak…

Yorumlar kapalıdır.