“Biz kazandık, Hayır” derken

16 Nisan referandum süreci yıllardır kadın mücadelesinde kristalize olan ‘Hayır hayır demektir’ sloganın ülke sathına yayıldığı bir yıl oldu. Bir yandan temel hak ve özgürlükleri geriye götüren baskıcı bir anayasanın yani tek adamlık rejiminin oylandığı gayri-meşru bir referandum sürecine tanık olduk, bir yandan da OHAL gölgesinde yaşanan tüm bu eşitsiz ve baskıcı koşullara rağmen kadın eylemlilikleri 25 Kasım’dan bu yana Türkiye toplumsal mücadeleler sahnesine damgasını vurdu.

Üstelik bu süreçte iktidar OHAL koşullarından aldığı güçle 15 yıldır yaptıklarını teminat gösterircesine, rıza yaşını 15’ten 12’ye indiren ve çocuğu istismarcıyla evlendirmeye ön ayak olacak‘ çocuk istismarı’ yasasını çıkartmaya çalıştı, yasa her kesimden kadının tepkisi ve kitlesel kadın eylemlilikleri sonucunda geri çekildi. Yine bu süreçte KHK’larla birçok kadın derneği, yayın ve haber ajansı da kapatıldı, binlerce kadından işlerinden atıldı. Bütün bu saldırılarla birlikte iktidar başkanlık projesi için başta kadınlar nezdinde rıza üretemedi, çünkü toplumsal meşruiyetini her geçen gün kaybetmeye devam ettiği için sopadan başka bir seçeneği yoktu!

Yine bu süreçte kadınların çalışma hayatını etkileyecek düzenlemelerin başında gelen kiralık işçilik yasası hayata geçirildi ve kadını çalışma yaşamından uzaklaştıracak bu düzenlemeler birer lütufmuş gibi sunuldu. Bunlardan biri, doğum yapmış olan kadının doğum izninden sonra bir süre yarı zamanlı çalışacak olması. Yarı zamanlı çalışma demek, kadınların maaşının ve haklarının da yarıya düşürülmesi, çalıştığı iş yerinde hiçbir söz sahibi olamaması anlamına gelir. Onun bulunmadığı zamanlarda işlerini yapması için de yarı zamanlı başka bir işçi çalışacak ve o da esnek çalışmaya tabi olacak. Yani aslında bu düzenleme esnek çalışma düzeninin olağan çalışma düzenine dönüştürülmesi için yapılıyor. Kıdem tazminatının kapıda olması ve kadın işsizliğinin bu denli artmış olması, kadınları yine esnek-güvencesiz çalışmaya mahkum eden bu düzenin sınıfsal bir karşı koyuş olmaksızın değişmeyeceğini gösteriyor.

Bu nedenle “OHAL rejimine ve erkek şiddetine itirazımız var” diyerek 25 Kasım’da binlerce kadınla birlikte alanları doldurduk. Bu süreçte sokağa çıkabilen tek kitlesel protestolar kadınlar tarafından yapılmış oldu. Yine 8 Mart’ı önceleyen süreci referandumdaki ‘hayır’ itirazı ile birleştiren kadınlar bilhassa 8 Mart gecesi Taksim’de düzenlenen yürüyüşte binler oldu. Valilik engellemeleri, üniversitelerde stantlara yönelik baskı ve saldırılar bu kampanyalara engel olamadı. Aynı zamanda kadınlar Arjantin’den İrlanda’ya, Meksika’dan Rusya’ya, İtalya’dan Güney Kore’ye kadar tüm ülkelerdeki 8 Mart Uluslararası Kadın Grevi”ne verilen destek verdi..

Nasıl bir karşı koyuş?

Ve hikayenin sonu malum, ya da başlangıcı mı demeliyiz? Meşru olmayan bir referandum yapıldı ve sonuçlarına karşı yine ilk kitlesel tepkilerden biri kadınlardan geldi. Gelinen nokta kadınlar için mücadelenin ve dayanışmanın özellikle bu ülkede hem hayati hem de bir zorunluluk olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü güçsüz bir rejim doğdu, rejim saldırılarına devam edecek ve bu saldırılar en başta kadınları hedef alacak, bunu öngörmek için 15 yıla bakmak yeter. Önümüzdeki dönem kadınlar olarak sokakları daha çok dolduracağız, büyük ihtimalle daha çok engelleme ve baskı ile karşılaşacağız. Tam da bu nedenle her geçen gün öfkeleri örgütleyerek birlikte güçlenmek sorumluluğu ile baş başayız. Şansımız var, ancak örgütlülük ve dayanışmayı güçlendirmeye daha çok ihtiyacımız var.

Yorumlar kapalıdır.