İşsizlikle beraber yükselen enflasyon ve TC’nin iktisadi yaklaşımı

Nisan ayında hem işsizlik hem de enflasyon oranlarında son yedi yılın rekorları kırıldı. Üstelik bu iki kavramın (işsizlik ve enflasyon) sağlıklı bir ekonomide ters orantılı bir ilişkisi varken bu durumla karşı karşıya kalmamız, ekonomide çok büyük ve kısa vadede çözülemeyecek yapısal sorunlar olduğuna işaret ediyor.

TÜİK verilerine göre Ocak 2017’de geçen yılın aynı dönemine göre işsiz sayısı 695 bin kişi artarak 3 milyon 985 bin kişi oldu. Oran ise %13.3 seviyesinde. Genç işsizlik oranı ise tam beş puan artarak %24.5 oldu. Enflasyon da son Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indirimlerine rağmen yıllık bazda %11.87 oldu. Bu da bir başka rekor.

Kronikleşen işsizlik

İşsizlikte rekor derken laf-ı güzaf olsun diye söylemiyoruz. Bahsettiğimiz şey sadece AKP döneminin değil, ‘80 darbesi sonrası görülen en yüksek işsizlik oranları. ‘80’li yıllar boyunca (1980-1989 arası) işsizlik oranı ortalama %7.7 seviyesindeydi. 90’lı yıllar boyunca bu oran %7.6’da, yani hemen hemen sabit kaldı. 2000’li yıllarda ise ortalama işsizlik 9.1’e çıktı. Unutulmasın ki bu yıllarda hem 2001 krizi hem de 2008 krizinin etkileri yaşanmıştı. 2009 yılında ülke ekonomisi küçülmüş, işsizlik %13’e, bugünkü oranın çok az altına çıkmıştı. Fakat ekonominin az-çok büyüdüğü 2010-2017 yılları ortalama işsizlik oranı ise %9.8 olmuş durumda. Ekonominin yüzde %10 ortalamayla büyüdüğü 2011-2012 yıllarında bile işsizlik %8.4 ile AKP dönemi öncesinin üstünde kaldı.

Tüm bu oranlar çift haneli işsizliğin olağan hale geldiğini, ekonomi büyüse bile işsizliğin çözülemediğini, tam tersine daha da körüklendiğini gösteriyor. Peki buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan neden hâlâ üç-beş çocuk talep ediyor? Neden ekonomiyi büyütmenin ve işsizliği azaltmanın yolunu nüfusu artırmakta arıyor? Kısacası neden böyle bir yol izliyor?

Tek adamlık sürecinde çevresinde kümelendirdiği oligarşik sermaye gruplarıyla ve korporatist eğilimlerle beraber Erdoğan’ın ekonomide bireysel etkisinin daha artacağını düşünürsek, onun iktisat anlayışını ve kafasındaki planı anlamamız gerekir.

Ekonomiyi, sayısal verilerden ibaret, sosyolojiden tamamen arındırılmış statik bir bilim olarak gören birçok burjuva iktisat okulu var. En büyük sorunları ise, ekonomide bireyler yapılması gerekenleri yaptığı taktirde her şeyin takır takır işleyeceği düşüncesi.

Katıksız bir neoliberal görünümü çizen Erdoğan ve onun temsil ettiği iktisadi yaklaşım şunu öngörür: Nüfus artarsa, bireyler daha fazla şey talep edecek, daha fazla şey tüketmek isteyecek, böylece ekonomide talep miktarı artacaktır. Bu talep artışını karşılamak için de yatırım ve üretim artışı olacak, böylece ekonomi canlanacak, büyüme oranları yükselerek istihdam artışıyla beraber işsizlik düşecektir. Ne kadar güzel plan değil mi? Keşke hayat bu kadar basit olsa! Çoğu insanın inandığının aksine Erdoğan’ın üç çocuk isteğinin sadece ucuz iş gücü için değil, esasta yukarıda çizilen çerçeve yüzünden istediği düşünülebilir.

Görüldüğü üzere bu analiz sınıflardan, çıkar gruplarından ve sınıf çatışmalarından yoksun. Kâr oranlarını arttırmak için işçi ve emekçileri daha da yoksullaştıran kapitalizm altında nüfus artışı talepte artışı değil azalışı körükler, bu durum da ekonomiyi küçülten dolayısıyla işsizliği arttıran bir neden olur. Yanlış anlaşılmasın, işsizliği sadece nüfus artışına bağlanamaz; kriz içindeki kapitalizmde nüfusu arttırmanın çalışanların ücretlerinin daha fazla aşağı çektiğini, ekonominin küçülmesine daha fazla katkı sunma eğiliminde olduğunu görebiliriz. Yoksa nüfus kendi başına hiçbir şeyin nedeni değil.

Kronikleşen işsizlik ortalama ücretleri de aşağı çekiyor. Çözüm diye sunulan çerçeve çözümsüzlüğün nedeni haline geliyor. İşsizlik oranlarının tüm dünya için yapısal bir sorun haline geldiğini unutmayalım. Şu an Avrupa’nın büyük ülkelerinden Fransa’yla benzer işsizlik oranlarına sahibiz.

Kronikleşen enflasyon

İyi güzel de, talepte bir düşüş varsa enflasyon neden yükseliyor, denebilir. Çünkü büyüyen bir ekonomide enflasyon makul düzeylerde (yüzde 3 dolaylarında) olur. Ekonomik büyüme yerlerdeyken işsizlik bu kadar artmışken bu kadar yüksek enflasyonun kaynağı ne?

Üretim maliyetlerindeki artışın enflasyonu tetiklediği çok açık. Doların haddinden fazla yükselmesi, enerjide dışa bağımlılığımızı da göz önüne alırsak petrol ve doğal gazdaki oynaklıklar üretilen ürünlerin eskiye göre daha maliyetli hale gelmesini, dolayısıyla fiyatların yukarı yönlü hareketini, yani enflasyonu yükseltiyor. Dolar kurundaki bu artışı engellemek için 2017 başından bugüne faizde ortalama oran %8’den %11.8’e çıkmış durumda fakat bu bile yeterli değil. Kırılgan beşli olarak bilinen ülkelerden Brezilya, Endonezya, Güney Afrika ve Hindistan’da enflasyon ortalaması %4.5 iken faizlerinin ortalaması %7.3’tür. Bizde ise sırasıyla %11.3 ve 11.8 gibi bir oran var. Faiz artışı enflasyonu düşürmüyor, sadece daha da yükselmesinin önüne geçiyor, hepsi bu. Bu durum kırılgan beşlinin en kırılganının neden Türkiye olduğunu açıklar.

Yüksek döviz, yüksek işsizlik, yüksek faiz ve yüksek enflasyon… ülke tarihinde bu dörtlünün at başı gittiği bir dönem olmamıştı. Gerçekten de yeni bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Özellikle referandum sonrası kutuplaşmayla daha da artacağını düşündüğümüz iç politik gerilimler ve dış politikadaki saldırgan maceracı tutumu bunu üzerine koyarsak, ekonominin neden freni boşalmış bir kamyon görünümünde olduğunu daha iyi anlarız.

Yorumlar kapalıdır.