Seçimler, Kürdistan: Sonuçlar ve olasılıklar

Seçim süreci geride kaldı. AKP, aldığı oyla, ekonomik krize ve ulusal soruna rağmen Türkiye’de bir yönetim krizinin yaşanmadığını gösterdi diyebiliriz. Öte taraftan da Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku altında birleşik bir mücadele örneği veren Kürt halkı ve sosyalistler, meclise 36 milletvekili göndererek anti-demokratik seçim barajına rağmen önemli bir başarı elde ettiler. Bu noktada vurgulanması gereken, özellikle Kürdistan’da bağımsız oylarının geçen seçimlere göre yüksek bir artış göstermesi. Birkaç örnekle somutlamak adına; Diyarbakır’da 2007 seçimlerinde yüzde 47 olan oylar 2011 seçimlerinde yüzde 62’ye, Hakkari’de yüzde 56’dan 82’ye, Mardin’de ise yüzde 39’dan 61’e yükselerek azımsanamayacak bir ivme kazandı.

Evet, sadece bağımsız adaylara çıkan oy sayılarına ve meclise giren milletvekili sayısına baktığımızda bile bunu önemli bir ileri adım olarak değerlendirebiliriz. Ancak, yapılacak böyle bir değerlendirme hem eksik kalır hem de böyle bir mücadelenin örülmesini gerekli kılan politik arka planın üzerini örter. Peki, nedir bu politik arka plan? Türkiye’de rejimin Kürtler’e karşı uyguladığı sürekli bir politikadan, baskı, imha ve inkâr politikalarından sıkça söz ediyoruz. Son 2-3 aylık sürece baktığımızda ise bu politikalar daha da görünür oldu ve gerek Kürt halkı gerekse de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku üzerinde önemli bir basınç yarattı. Atlanılmaması gereken bir başka nokta ise, tam da bu dönemin bir seçim süreci olmasıydı. Yani, burjuva demokrasisinin sınırlarında dahi görece daha rahat bir kendini ifade ve mücadele alanı bulunabilecek bir dönem! Aşağıda daha da ayrıntılı olarak ele alacağımız bu politikalar bir geri çekiliş yaratabilirdi ama aksine, tüm ezilen kesimlerin mücadelesinde itekleyici bir etki yarattı. Ve yine bu dönem, Türkiye’de Bonapartist rejimin sınırlarının, AKP hükümeti eliye “ileri demokrasi” kılıfı ardından yürütülen demokratik gericilik politikalarının görünür kılınması gibi bir sonucu doğurdu. Tüm bunları hesaba katarak, seçim sonuçlarına tekrardan baktığımızda ise yukarıdaki değerlendirmeye aşağıdaki saikları de ekleyebiliriz: Örgütlü bir halkın mücadelesinin baskılara rağmen en yakın, acil hedefine ulaşabildiğini ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku çatısı altında, Kürtlerin, Türkiyeli işçi ve emekçilerin, sosyalistlerin birleşik bir mücadele sergileyerek sürecin tüm anti-demokratikliğine karşın sınırları zorlayabildiğini! Ki biz de, İşçi Cephesi olarak, tüm eksiklerine rağmen, böylesi bir dönemde birleşik mücadeleyi mümkün kılan bu bloğun örgütleyicisi olmamızın çıkış noktalarını önceki sayılarımızda vurgulamıştık.

Seçim süreci: Baskı ve imha!

Seçim sürecinde Kürt halkı üzerinde yoğunlaşan baskı ve sindirme politikaları karşısında böylesi bir birleşik mücadelenin oluşturulması daha da anlamlı hale geldi. AKP hükümeti geçtiğimiz dönemde “açılım” politikalarının uygulayıcısı olmuş, “demokratikleşme” ve Kürt sorununu çözme adı altında Kürt önderliğini tasfiye ve kendi çözümünü dayatma yoluna gitmişti. Ki bu “açılım” süreci, seçilmiş Kürt liderlerinin, aydınlarının büyük bir bölümünün gözaltına alındığı KCK davasıyla eşgüdümlü olarak sürdürülmüş ve bu da Kürt kitleler nezdinde, hükümetin demokratik gericilik politikalarının görünür hale gelmesini sağlamıştı.

“Açılım” politikalarının sonlanmasından sonra seçim dönemine geldiğimizde, egemenlerin uygulamalarının ve dillerinin milliyetçi, şoven ve militarist bir düzleme kaydığını görüyoruz. PKK’nin “açılım” süreciyle başlattığı ve seçimlerin sonuna kadar ertelediği tek taraflı eylemsizlik kararına rağmen devletin düzenlediği askeri operasyonlar ve bu operasyonlar sonucunda 40’ın üzerinde gerillanın katledilmesi imha politikalarının en belirgin örneği. Yine bu dönemde KCK davası kapsamında artan gözaltı ve tutuklamalar da (son 4 ayda 3 bini aşkın gözaltı vakası yaşandı) Kürt halkının özgürlük mücadelesinde devletin ve hükümetin tutumunu açıkça ortaya koydu. YSK’nın veto kararının geri çekilmesini sağlayan kitlesel eylemlilikler, operasyonlara ve tutuklamalara karşı geliştirilen protestolarda da eylemcilere dönük, İbrahim Oruç’un öldürülmesine yol açan sert müdahale de, Türkiye’de “ileri demokrasinin” baskı, imha ve inkâr politikalarından ibaret olduğunu gösterirken, tüm bu baskılar Kürt halkı üzerinde mücadeleye dönük yoğun bir istenç yarattı. Ki Kürt lideri Abdullah Öcalan yaptığı açıklamada, PKK’nin eylemsizlik kararının sona ereceği tarih olan 15 Haziran’ı hatırlatarak, Kürtler’in ve sosyalistlerin barış için çabalamasına karşın devletin buna şiddetle, savaşla cevap verdiğini ve sorunu bir çıkmaza soktuğunu dile getirdi.

Seçim sonuçları: Mücadele nereye doğru?

Kürt özgürlük hareketi açısından böyle bir ortamda gerçekleştirilen seçimlerde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun 36 bağımsız adayını meclise gönderiyor olması önemli bir başarı ancak savaşımın bundan sonraki seyrinde, oluşturulan birleşik mücadele hattının tüm eksikliklerine rağmen korunabilmesi ve hatta ileri taşınabilmesi oldukça belirleyici olacak. Hele ki, Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı, imha ve inkâr politikalarının son dönemdeki uygulayıcısı olan AKP’nin yüzde 49 gibi yüksek bir oyla birinci parti seçildiği yeni dönemde…

Seçim öncesinde idam cezasına methiyeler düzen Recep Tayyip Erdoğan seçim sonrasında yaptığı “balkon” konuşmasında, kampanya dönemindeki dilini biraz yumuşatarak; “imha politikalarını sonlandırdık, inkârı da sonlandırdık, asimilasyonu da bitirdik bitireceğiz” açıklamasında bulundu. Yukarıdaki örnekler tam tersini gösterirken… Bu belki, yeni meclis toplanmadan önce bir “hoş” görünme çabasıdır ama Blok ve kitlesi nezdinde bir cevap bulabileceğini söylemek safdillik olur.

36 milletvekilinin mecliste yerini alması Kürt kimliğinin görünür kılınması açısından oldukça önemli. Türkiye burjuvazisinin kendi çıkarları doğrultusunda Kürt sorununda bir çözüm istediğini de hesaba katmalıyız. Ancak AKP’nin bu konuda nasıl manevralar yapacağını şimdiden kestirebilmek oldukça güç.

Akılda tutmamız gereken ise, baskı rejiminin sürdüğü ve kendi çözümünü dayatma konusunda ısrarlı olacağı. Bu noktada Kürt önderliğinin geliştireceği taleplerin rejim ile uzlaşıya dayanmaması gerekmekte, hele ki sorunun çözümünde Kürtler hâlâ siyasi bir özne olarak kabul edilmezken. Ve bunu sağlamanın yolu, kendi kaderini tayin hakkı şiarı etrafında rejimin sınırlarını zorlayacak, dönüştürücü etki yaratabilecek seferberlikler örmekten, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkıyla, sosyalistlerle kurulan birleşik mücadele hattını ileri taşımaktan geçiyor.

Yorumlar kapalıdır.