Çevre ve tarım sorunu üzerine Ahmet Atalık ile söyleşi

Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, GDO’ya hayır Platformu’nun kurucularından ve Türkiye’deki tarım ve hayvancılık sorunlarını en kapsamlı inceleyen kişilerden biri. Bizim de Su Platformu’ndan mücadele dostumuz.

Atalık, şu sıralar özellikle GDO’ya Hayır Platformu ve Türkiye’de hayvancılığın sorunları ile ilgileniyor. Bu yoğun çalışmaların karşılığında ise, şimdiden alanında Bakanlığın dahi görüşüne başvurduğu biri haline gelmiş. Çevre Mühendisleri Odası’ndaki görüşmemizde ise, önce büyükbaş hayvan ithal etmenin ötesinde, saman ithalatçısı bir ülke haline gelişimizin hikâyesini, ayrıntılarıyla ve büyük bir iştahla anlatıyor. Tarım ve hayvancılık ile ilişkili olarak açığa çıkan tablonun bir beceriksizlik mi, yoksa bir ‘bile bile lades’ durumu mu olduğunu kendisine sorduğumuzda ise; “Bu konuları gerçekten bilmiyorlar. Bir derinlikleri yok. Siz bilmiyorsanız biz yardımcı olalım, anlatalım diyoruz, onlarsa Slovakya’nın tarım bakanlığından görüş alıyorlar. Slovakya İstanbul’un çeyreği kadar ülke! Mevzuatları bizimkinden de dar. Şimdi bunları sadece Avrupa’yı referans göstermek için yapıyorlar. Gerçekten anladıkları yok. Ama mesele o değil ki; bunlar sadece sermayeye hizmet için çalışıyorlar. O yüzden bilmelerine de gerek yok,” diyerek belki de anlatacağı her şeyi öncesinden özetliyor.

Değerli mücadele dostumuz Ahmet Atalık ile yaptığımız söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz:

İşçi Cephesi:Son dönemlerde, tarım ve hayvancılık konularında halkı bilinçlendirmek için panellere dâhil olmanın yanı sıra, basın yayın organları aracılığı ile de bu konuda pek çok söz söylediniz. Ancak özellikle AKP’nin tarım politikasının bilançosuna dair sözleriniz epeyce kırpılmış görünüyor. Sahi, 10 yıllık AKP iktidarının tarım politikasının bilançosu nedir?

Ahmet Atalık: 10 yıllık süreçte tarım arazilerimiz 410 milyon dekardan 380 milyon dekara geriledi, yani 30 milyon dekar küçüldü. Bu miktar Belçika’nın tüm yüzölçümüne eşit bir büyüklüktür. Artık tarımda kullanılmayan arazimiz, AB içindeki 5 ülkenin yüzölçümlerinden daha büyük bir miktara ulaşmıştır. Gıda sanayimizin temel hammaddesi konumundaki buğdayın ekim alanları da bu süreçte 12 milyon dekar küçülmüştür. Bu da AB içindeki 2 ülkenin yüzölçümlerinden daha büyük bir alandır. Ekim alanları daraldıkça buğday ithalatı artmaya başladı ve 10 yıllık süreçte ithalata 10,5 milyar TL ödendi. Bu ödemenin %92’si son 6 yılda gerçekleşti. İşin en üzücü yanı, ülkemizin buğdayın anavatanı olmasıdır. Tarım arazilerindeki ve bitkisel üretimdeki gerileme hayvancılığımıza da aynen yansıdı. 2010 yılından bu yana 27 ülkeden canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı yapılmaktadır. Bu ülkelerin 14’ünde deli dana hastalığı mevcuttur. Son 3 yıllık süreçte hayvancılığa 4,4 milyar TL destek verilirken, ithalata 4,9 milyar TL ödendi. 2012 yılında tarıma verilen destek 7,2 milyar TL’dir. Bu miktar çiftçinin sadece mazot harcamasının vergisini dahi karşılamaktan oldukça uzaktır. Oysa bütçeden faiz ödemeleri için ayrılan kaynak 50 milyar TL olmuştur. Bu tablo bize tarımımızın ne durumda olduğunu kısaca özetlemektedir.

İC: Peki Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı bu yıkımın nasıl bir parçası?

AA: Doğal ve kültürel varlıklarımız ile kırsal alanı yakından ilgilendiren yasalar son zamanlarda birbiri ardına çıkmaya ve bir kısmının da taslakları hazırlanmaya başlandı. Şu ana dek çıkan yapı denetimi ve büyükşehir yasaları durumun ciddiyetini gösteren örnek nitelikte yasalardır. Şu anda Su Yasası Taslağı hazırlanıyor. Bu düzenlemelerle ormanlarımız, meralarımız, sularımız, tarım arazilerimiz piyasalaştırılma sürecine sokulmuş durumda. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Taslağıyla da koruma altında olan ve ülke yüzölçümümüzün sadece %4’ünü oluşturan doğal ve kültürel varlıklarımız ve biyolojik çeşitliliğimiz tehdit altında. Aslında son dönemde çıkan ve çıkacak olan tüm yasalar sermayenin isteği doğrultusunda şekillenmektedir. Sermaye; doğayı koruyarak üretim yapmanın maliyet ve rekabet eşitliğini bozduğunu, kamunun çevresel önlemlerinin piyasa işleyişini bozduğunu, çevresel önlemlerin sermayenin sınır aşan dolaşımının önünde bir engel olduğunu belirtmektedir. Sermaye bu kapsamda devletten; ormanlar, su ve biyolojik çeşitlilik gibi sahipsiz ya da devlet mülkiyetindeki ortak varlıkların özelleştirilmesini ve ticarileştirilmesini, çevre yönetimine kamunun karışması ve harcamalarının durdurulmasını, çevre yönetiminin şirketlerin ticaret ve yatırım faaliyetlerine uygun hale getirilmesini beklemektedir. Yasalar ne yazık ki bu özellikler çerçevesinde şekillenmektedir.

İC:Son bir soru daha, GDO’ya Hayır Platformu’ndaki çalışmalarınızla da biliniyorsunuz. Türkiye’de GDO karşıtı mücadele şu anda ne durumda?

A A: Ülkemize GDO’lu ürünlerin girdiğini ilk kez Ziraat Mühendisleri Odası 1998 yılında telaffuz etti. Bu son derece zor mücadeleyi tek başına yürütebilmek mümkün değildi ve 2004 yılında kurulan GDO’ya Hayır Platformu’nun içerinde yer aldı. Platform o günden beri arkadaşlarımızın büyük özverileri ile mücadelesini sürdürmektedir. Geçen süre zarfında tüm dünyada tanınan bir platform haline gelmiştir. Birçok uluslararası etkinliklerde örnek olarak gösterilmektedir. GDO’ların durdurulması noktasında platformun adı ülkemizdeki ataşeliklerden ABD Tarım Bakanlığı’na gönderilen raporların içerisine kadar girmiştir. GDO’ya Hayır Platformu içerisindeki 70’i aşkın kurumuyla halkımızın son derece güvendiği bir birliktelik oluşturmuştur. Bunu son birkaç yıldır Biyogüvenlik Kurulu’na gönderilen protesto maillerinden anlayabiliyoruz. Ülkemizde gıda amaçlı GDO izinlerinin halen bulunmaması, halkımızın büyük desteği ile platformun çok büyük başarısıdır. Bu durum dünyanın başka hiçbir ülkesinde yoktur. Bugüne dek ülkemizde sadece GDO’lu 16 mısır ve 3 soya çeşidine yem amaçlı izin verilmiştir. Bu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerini (et, süt, yumurta ve bunlardan yapılmış diğer gıdalar) tüketmek istemiyoruz. Bu nedenle öncelikle bu ürünlerin etiketlenmesi, ama asıl hedef olarak da ister yem ister gıda amaçlı olsun, hiçbir GDO’nun sınırlarımızdan içeri sokulmamasıdır.

Yorumlar kapalıdır.