ABD seçimlerine dair ilk gözlemler: Liberal yama dikiş tutmadı

Sena Aydın & Kaan Gündeş

1.) En önemlileri Pennsylvania, Michigan, Kuzey Carolina, Georgia, Wisconsin, Michigan olmak üzere salıncak eyaletlerde Trump ile Biden şu anlık baş başa gidiyor. Açılmayan oyların (%10-15) büyük çoğunluğunun posta yoluyla kullanılan oylar olduğunu ve tarihsel olarak posta yoluyla kullanılan oyların genelde Demokratlara gittiğini düşünürsek, şu noktada Biden’ın hala sonuçların kesin olmadığı salıncak eyaletlerde açılmayan oyların bir kısmını alması gerekiyor ki bu eyaletleri kazanabilsin. An itibariyle Biden halk oylamasında ve electoral college delege sayısında önde (şimdilik Biden 238 ve Trump 218 delegeye sahip). Ancak bu durum her an değişebilir. Çünkü, örneğin Trump Pennsylvania’yı kazanırsa bir anda 20 delege kazanacak. 

2.) Demokratların Senato’yu kazanması da bu gidişat çerçevesinde artık neredeyse imkânsız. Yani Demokratların aynı anda hem Meclis, hem Senato, hem de başkanlığı kazanma hayalleri çoktan suya düştü (şimdilik Meclis’te Florida’dan iki sandalye kaybedip, kaybedilen sandalyeleri Kuzey Carolina’dan iki sandalye kazanarak telafi ettiler).

3.) Trump ve Biden yarışının baş başa gidiyor olması, Demokrat Parti’nin ABD’nin ezilenleri karşısındaki siyasal iflasının en keskin göstergelerinden birisi. Bütün büyük günlük gazetelerin ve medya kuruluşlarının, Wall Street’in küreselleşmeci olan ve gümlük duvarı karşıtı sermaye gruplarının, dış politikada Avrupa Birliği’nin, iç politikada Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel omurgasının ve hatta eski Bush hükümetlerinin kadrolarının ve Siyah Hayatlar Değerlidir ismindeki çok-sınıflı toplumsal hareketin kamu figürlerinin desteğini arkasına almış olan Biden’ın sandıkta gösterdiği performans, Obama hükümetlerinin 2008 kriziyle yüzleşme yönteminin toplumda ne denli derin bir öfke biriktirdiğini ispatlıyor. 

4.) Büyük oranda Demokratların kontrolündeki medyanın beklentilerinin aksine Biden’ın açık ara zafer kazanması gibi bir durum olmadı. Oldukça kafa kafaya giden bir başkanlık yarışı söz konusu. Bu, Demokratların seçim kampanyasının oldukça başarısız olduğunun bir göstergesi. Yaşadıkları iç krizi Biden etrafında konsolide olarak ve Sanders’ın işçi sınıfına ihanet edip adaylıktan çekilerek Biden’ı desteklediğini açıklamasıyla görece atlatmış gözüken Demokrat Parti’nin kimlik politikaları ve salt Trump karşıtlığı üzerinden yürüttüğü seçim kampanyasının halk sektörleri içinde bir karşılık bulmadığı açık. 

5.) Kuzey Amerika’daki oy kullanma oranı diğer “gelişmiş ülkelere” kıyasla oldukça düşük olsa da bu seçimlerde oy kullanabilen nüfusun yaklaşık %67’si sandığa gitti, ki bu Birleşik Devletler için oldukça yüksek bir oran. Dolayısıyla toplumsal çapta bir politizasyon sürecinin yaşandığı ortada. Ama görünen o ki Demokrat Parti’nin sandığa gitmeye ikna ettiği kesimler, liberal medyanın ulaşamadığı, dolayısıyla “ümit vaat eden” anketlerin parçası olmayan Trump destekçilerinin sayısından oldukça az. Şu denebilir ki, Amerikan kırsalı ve işçi sınıfı ağırlıklı olarak Trump’a oy vermeye devam etti ve siyah nüfusa dönük (Cornell West, Angela Davis gibi entelektüeller ve Siyah Hayatlar Değerlidir tarafından yapılan) “kötünün iyisi olan Biden’a oy vermemiz gerek” çağrıları siyah işçi sınıfı içerisinde beklenen karşılığı bulmadı (misal bakınız Pennsylvania). 

6.) Seçimlerin arifesinde bütün büyük medya kuruluşları Biden’ı kolay bir zaferin beklediğini yazıyordu. Sosyal medya ve benzeri mecralarda merkez-sol, liberal ve reformist değerlere bağlılığını ilan eden kentli küçük-burjuva sektörlerin hezeyanları, onların ABD gerçekliği yerine kendi psikolojik atmosferlerini doğru kabul eden çarpık metotları, toplumsal düzlemde yaşananlardan olan kopuklukları orta ve orta-üst sınıf sektörlerin paylaşım ve iletişim adreslerinde Trump’ın daha seçimin öncesinde mağlup olduğuna dair fantastik bir önyargı yarattı. Sahte “zafer” nidaları doğuran bu çarpık yöntemin kaynağında yatan olgu, ABD toplumunun 21. yüzyılın başından bugüne ne gibi dönüşümler geçirdiğinin maddeci bir perspektiften analizini yapamamanın kendisidir. Trump ile onun siyasal-ekonomik ajandasını yaratmış olan, ona hayat öpücüğü vermiş olan kapitalizmin korkunç krizleri ortadan kaldırılmaksızın, Trump’ın kendisi veya onun ajandasının taşıyıcılığını üstlenecek olanlar neden yenilsinler ki? 

7.) Trump ve onun programı, DP’nin hatalı reklam kampanyalarının veya Clinton ile Biden’ın hatalı sloganlarının veya sandığa gitmeyen Demokrat Partililerin veya ABD nüfusunun genelinin sözde demokratik değerlere olan doğuştan gelen kayıtsızlığının bir sonucu değildir. Trump, gerileyen ABD emperyalizminin semptomatik bir göstergesi; can çekişmekte ve çürümekte olan ABD kapitalizminin siyasal üstyapıdaki bir tezahürü; virüsle karşılaşan bağışıklık sisteminin vücuda saldırmasında olduğu üzere hastalığın sebebi değil sonucu olan bir fenomendir. 

8.) Seçim sonuçlarının ilksel göstergeleri arasındaki birinci maddeye yazılması gereken budur: Trump’ın temsil ettiği koyu gericilik dalgasının karşısında, elinin altında en geniş toplumsal ve finansal kaynaklara sahip olan Demokrat Parti, neredeyse bahsini etmeye değmeyecek olan zayıf, topal, ölü doğan bir alternatif oluşturmuş ve bu sözde “alternatif” de ABD toplumunun onayını hiçbir şekilde alamamıştır. Biden’a verilen zayıf ve hatta utangaç desteğin ardında yatan duygu, ABD işçi sınıfının Trump ile Biden arasında – haklı olarak (!) – aslında hiçbir politik ve jeostratejik farklılığın yatmıyor olduğunu hissetmesidir. Bu farklılığı New York Times kendi gazetesinin köşelerinde veya CNN kendi haber bültenlerinin orasında ve burasında hissetmiş olabilir, hissettirmeye çalışmış da olabilir; neyse ki işçi sınıfının maddi refleksleri bir kere daha, liberal wishful thinking’lere kıyasla hayata daha yakın olduğunu gösterdi ve Biden ile Trump arasında sözlü olarak yaratılan ayrımın, özde hiç de mevcut olmadığını ispat etti. 

9.) Bunun anlamı, Biden kampanyasının neredeyse resmî sloganı halini almış olan “kötünün iyisini tercih edin” politikasının artık ABD işçi sınıfı ve siyahi halk arasında hiçbir karşılık bulamadığıdır. ABD işçi sınıfının sandıkta gösterdiği refleks “kötünün iyisi” yerine, onun daha orijinalinin, o kötüyü daha iyi bir şekilde temsil edilecek olanın pekala “kötünün iyisinden” daha iyi olabileceğidir. “Kötünün iyisi” politikasının sosyal iflası ise toplumun bağrında yaşanan krizin belki de en köşeli tezahürlerinden olmuştur. Kitleler Trump’ın ekonomik kriz ve pandemi sorunları karşısında benimsediği ölümcül program karşısında olduğu iddiasındaki Biden’ın programını, pürüzsüz ve üzerine tartışma olamayacak şekilde zafere taşımayı tercih etmemiştir. İşçi sınıfının Biden’a açık çek vermiyor oluşunun sebebi, onun “kötünün iyisi” seçeneğinin ardından yatan politik sahtekarlığa yakından aşina olmasıdır. Bu işçi sınıfı General Motors’da, okullarda, hastanelerde, fast food zincirlerinde ve çağrı merkezlerinde greve çıkarak, yaz aylarını ayaklanmacı seferberliklerle geçirerek, Sanders’ın kampanyasına göz kırparak “kötünün iyisini” değil, kendi devrimci seçeneğini talep ettiğini defalarca ve oldukça radikal şekillerde zaten göstermiştir. 

10.) Mevcut tabloyu ABD’li beyaz işçi sınıfının özüne atfedilen bir ırkçılık veya sağcılık eğilimiyle açıklamaya çalışanlar, ömürlerini Trump ve benzeri gericilerin hükümetleri altında geçirmeye hazır olsunlar. Zira böyle bir öz mevcut değil. Onların akademik darkafalılıkları bunu kavrayamayacak olsa da Trump’ın, bütün anketlerin ve medyadaki söylemlerin aksine hala bu yarışın tartışılan bir parçası olarak kalmasının nedeni, onun krizin bir nedeni olmaktan çok sonucu olmasında yatıyor. Trump’ın olası zaferini veya Biden’ın son derece zorlanmış olacak olan olası zaferini anlamak isteyen biri, öncelikle Trump’a yaşam vermiş olan kapitalist konjonktürü anlayabilme kapasitesini gösterebilmelidir. 

11.) Trump bir sonuçtur; on yıllara yayılan askerî emperyalist saldırganlık politikalarının kamu kaynaklarını kurutmasının, 2008 çöküşünün yoksulların evlerine ve birikimlerine el koyarak atlatmaya çalışan bankaların diktatörlüğünün ülke içinde yarattığı toplumsal enkazın, önü alınamayan sosyal eşitsizliğin, zenginlik ile refahın sömürücü ve asalak bir toplumsal azınlığın elinde tekelleşmiş olmasının, mali oligarşinin siyah ve veyaz işçi sınıfının kanıyla beslenmesinin bir sonucudur. Bu sonucu, nedenlerinden kopararak yenilgiye uğratamazsınız. Mali oligarşinin Trump değil Biden tarafından temsil edilmesini öngören bir programla, belki de 21. yüzyıla kanlı damgalarını vurmaya hazırlanan Trump’ları engelleyemezsiniz. Bu Marksist bir klişe değil, hayatın kendisidir. 

12.) Pekiyi kapitalist yıkımların sonucu neden Trump oldu? Bunun başlıca nedeni iki partili aristokratik seçim paradigması ve işçi sınıfı hareketinin sendikalar ile partiler düzeyinde politik ve örgütsel bağımsızlığının sağlanamamış olmasıdır. Demokrat Parti’nin bütün toplumsal hareketleri, siyah radikalizmini, işçi sınıfının sendikal hareketini kendi kurumsal bünyesinde soğurmaya çalışması, bunu yapamadığı anda da bu hareketlerin aktif olarak önünü kesmesi, bu yıkımların sonucunu Trump kıldı. Ancak Trump’ın ve Trumpçılığın yenilmesinin iki partili aristokratik çıkmazın yenilgisiyle ve bu oligarşik seçim mekanizmasının da Amerikan finans baronlarının yenilgisiyle mümkün olduğunu ortaya koyabilen bir sosyalist perspektif, Trump tipi Bonapartist rejimlerin yoksulların tepesinde sopa sallamasını durdurabilir. Bu perspektifin ise biricik ihtiyacı şudur: Amerika Birleşik Devletleri işçi sınıfı hareketinin ve siyah özgürlük mücadelesinin bütün düzen partilerinden, ancak özellikle de Demokrat Parti’den kopması ve kendisini bağımsız bir biçimde örgütlemesi. Başka bir yol olduğunu iddia edenler arsız yalancılardır, başka da bir şey değil. 

13.) “Trump’ın tabanı” nitelendirmesi liberal bir yalandır. “Trump’ın tabanı” tanımı idealist bir soyutlama ve olayların materyalist kavranışından bir kopuştur. Bu tanımla liberal medya, beyaz üstünlükçü ırkçılığın ABD’nin demografik bir doğal parçası olduğunu, ırkçılığın kökeninin beyazların ırkçı olmasında yattığını ileri sürmektedir. Yanlış. Irkçılığın kaynakları Wall Street’in sakinlerinin savaş eken ve sefalet biçen diktatörlüğündedir. Trump’ın zaferinin nedeni, ABD’ye özgü ve onun mantıksal bir parçası olan gerici bir demografik bütünün önü alınamaz antidemokratik refleksleri değildir. Trump’ın zaferinin nedeni, “Trump’ın tabanı” olarak bahsedilen kitleyi yokluğa ve açlığa ve güvencesizliğe mahkûm eden ABD kapitalizminin mide bulandırıcı aczidir. 

14.) Trump, beklendiği üzere sonuçlar resmî olarak kesinleşmeden kazandığını ilan etti bile. Gidişat kendi aleyhine dönerse yürütme ve yargı sistemlerini kullanarak seçim sonuçlarını sorgulayacağının sinyallerini de verdi: “Zaten biz kazandık, artık oyların sayılması dursun, Amerika’da oylar aynı gün sayılır ve biter” demeciyle Trump, Beyaz Saray’ın aristokratik seçim usullerini dahi çiğneyebilme potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Trump, oyların sayılması durdurulsun diye Yüksek Mahkeme’ye başvurma yönünde bir planı olduğunu belirtti ki bu, 1.) geçerli bir neden değil, 2.) şu an da oyların sayılması durdurulsa Trump aslında kaybediyor. Ama Yüksek Mahkeme’ye başka argümanlarla gidebilir. Örneğin herhangi bir ayaklanma ya da şaibeye dönük bir durum olursa halk oylamasına güven kalmadı diyerek aslında halk tarafından seçilen eyalet bazlı electoral college temsilcilerinin eyaletler tarafından atanmasını isteyebilir. Böyle bir durumda kimin (Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar) electoral college’da eyaleti temsil edeceği konusunda bir anlaşmazlık yaşanırsa (ki tarihte bunun örnekleri var), temsiliyetin kimin tarafından yapılacağına bir Kongre oturumunda karar veriliyor. Kongre bir karara varamazsa son tahlilde karar anayasaya göre Başkan Yardımcısı’nın, yani Pence’in olacak. Trump’ın, yakın zamanda ölen Yüksek Mahkeme Yargıcı Ruth Ginsberg’in yerine son anda birini atayarak Mahkeme’yi 5’e 4 şeklinde kendi lehine çevirmiş olduğunu da hatırda tutmak gerekiyor. Ama hala Yüksek Mahkeme’ye gidilip gidilmeyeceği ve gidilirse hangi argümanla gidileceği belli değil. Ancak görünen o ki Trump’ın bunların hiçbirini yapmaya ihtiyacı da kalmayabilir ve ufak bir farkla seçimleri zaten kazanabilir.

15.) Trump bir saray darbesi gerçekleştirebilir mi? Neden olmasın. Burada belirleyici olan ABD yasalarının bir saray darbesini yasaklıyor olması değil, Trump’ın programının temsil ettiği burjuva sektörlerin kurulu Beyaz Saray statükosuyla kendi çıkarları uğruna ne denli büyük çaplı bir paylaşım savaşına girmeyi göze alabileceği. Orta ve orta-üst ölçekli sanayi ve ticaret erbabının, yani milliyetçi ekonomi politikalar eşliğinde palazlanmayı dileyen kapitalist çetenin demokratik ilkelere derin bir saygı duyduğu ve duyacağı yanılgısında olan pek kimse yoktur sanıyoruz. Bu sektörler kendi ekonomik zorunlulukları dolayısıyla, eğer ABD kapitalizmi içerinde eski paylaşım sözleşmesini revize etmeyi gündeme getirmeye itilirlerse, bu saldırı Trump’ın seçim sonuçlarını veya oy kullanma hakkını tanımamasıyla sonuçlanabilir. 

16.) Biden’ın da benzer sınıf basınçlarını ensesinde hissedebileceğini akılda tutarak, bu tehlikeye karşı şu notu düşmek şarttır: Birinci (1765) ve İkinci (İç Savaş) Amerikan Devrimleri’nin ve 1968 benzeri bir dizi toplumsal isyanın bir kazanımı olan Amerikan demokrasisinin mevcut krizi, Amerikan emperyalizminin demokratik metotlar ve araçlarla ulusun yönetilmesinde giderek daha fazla zorluk çektiğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla Amerikan kapitalizminin ulusu demokratik olarak yönetme kapasitesi giderek aşınmakta ve erozyona uğramaktadır. Demokratik yönetim biçimlerinin maliyetini karşılayamayan bir ABD kapitalizminin tercih edebileceği siyasal-askerî rejim biçimi seçeneklerinin sayısı boldur. ABD işçi sınıfı ile siyah halk sektörlerini, başkanlık yarışını kim kazanırsa kazansın, bekleyen önemli sınavlardan biri de budur: Amerikan demokrasisinin krizine son verecek olan devrimci bir çıkış reçetesinin bina edilmesinin gerekliliği ve en temel demokratik haklar ile taleplerin savunulmasının, tartışmasız bir biçimde işçi sınıfının omuzlarında durduğu ve duracağı gerçeği.

17.) Son bir haftadır Biden’in açık ara zaferiyle sonuçlanacak bir seçim sonucu üzerinden hareket eden Amerikan borsalarının seçim öncesi gösterdiği yükseliş trendi de bu sonuçlardan etkilenecek. Borsalar 4 Kasım gününe muhtemel bir düşüşle başlayabilir, ancak demokratik ilkelerin izlenmesine bağlı değil kapitalist çıkarlar üzerinden hareket eden borsanın, tarihsel örneklere baktığımızda bu düşüşten kısa-orta vadede görece toparlanacağını öngörebiliriz. Bu arada seçim sonuçları konusunda belirsizlik devam ederken hala resmi Amerikan Başkanı olan Trump önderliğindeki Amerikan hükümeti Paris Anlaşması’ndan resmî olarak çekilmiş durumda. Biden’in seçimleri kazanması durumunda Demokrat partinin önceliği iklim krizine değil, burjuvazinin rahat soluk almasına vereceği de su götürmez bir gerçek.   

18.) Başkentte zaten Beyaz Saray’ın önü olası protesto gösterilerine karşı 2 Kasım gecesinden itibaren polis barikatları ve polisle çevrilmişti. Amerika’nın DC, Portland, Los Angeles gibi farklı şehirlerinden sandıkların kapanmasıyla birlikte protesto haberleri gelmeye başladı bile, ancak bunlar an itibariyle izole ve kitleselleşemeyen protestolar. 4 Kasım günü için yapılan pek çok eylem çağrısı da mevcut. Eğer önümüzdeki günlerde sokaklarda seçim sonuçlarına yönelik bir seferberlik oluşursa, seferberliğin taleplerinin, kendisinin sunabileceklerinin önüne geçme potansiyelinin farkında olan Demokrat Parti’nin bu seferberliklere bir mezar kazıcı olarak yaklaşacağı açık. Eğer Trump oy kullanma hakkını çiğnerse, ABD’li yoksulları en yozlaşmış ve basit demokratik haklarından olan seçim haklarından mahrum etmeye karar verirse ve bu, bütün bir kurulu sistemi “silahların eleştirisine” konu edecek olursa, DP’nin safı eleştirinin değil, Trump’ın yanı olacaktır. Demokrasi, Demokratlar ile savunulamaz. ABD işçi sınıfı ile siyah halk bu büyük mücadele ekolünde demokrasiyi savunmak için kendi çıplak ellerinden başka bir el bulamayacaklardır. 

Yorumlar kapalıdır.