Devletin Alevi açılımı; Namazında niyazında Alevilik…

2009’da yapılan çalıştaylarla başlayan Alevi açılımı, AKP hükümetinin bütün dertlerinin sorumlusunun yine bizzat Aleviler olduğunu bulmasıyla bir acayip olarak kapandı. Alevilerin dertlerini dinlemek, hatta çözmek iddiası ile yapılan bu açılım süreci, ironik bir şekilde topu yine Alevilere attı. “Alevilerin daha kendi arasında kimin temsil yetkisi var onu belirleyemedikleri”, ya da “Alevilerin arasında neredeyse Marksizm’e kadar savunan var” gibi yine bir tür “değnekçilikle” Alevilere ancak belli bir Alevilik yorumunun devlet katında makbul olduğunu söylemekten başka yeni bir şey çıkmadı, bu açılım paketinin içinden.

Alevilerin, özellikle Sünni ağırlıklı bir nüfusun içinde yaşadıkları zaman yüzleştikleri bir kavram vardır; o da “Alevi ama namazında niyazında” denerek, onlara ancak bu yolla makulleşebilecekleri olduğudur. Devletin açtığı kapı da, yine bundan farklı değil. Alevi ama Müslüman, Cemevi gibi bir kültürel (!) kuruma da gitmesine rağmen Cami’yi ibadet merkezi olarak gören, dışı Alevi, içi Sünni olan bir Alevilik.

AKP hükümeti, Alevilerin yüzlerce yıldır her türlü baskıyla yüzleşerek kabul etmediği bu “devletli Aleviliği”, açılım yoluyla başarmayı ummuş olmalı.

Oysa hiçbir inanç grubuna yapılamayacağı gibi, Alevilerin de nasıl bir yorumla Aleviliği benimsedikleri sorgulanamaz; tıpkı, diyelim, Sünni Müslümanların neden hac vazifesini yaptıklarının sorgulanmayacağı gibi. Kerhen de olsa bu açılım sürecinden masanın diğer tarafına oturan Aleviler, kendilerine devlet katında hep söyleneni yeniden duymaktan hicap duymuş olacaklar ki, masadan ağır ağır kalktılar ve bu açılım meselesinden en fazla “gölge etme başka ihsan istemem” halini umar oldular.

Oysa talepleri çok net ve belli idi.

Öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, bütçesi 2-3 bakanlık bütçesinin toplamını bulan kurumun kaldırılması ve her inanç grubunun devletten tıpkı kendileri gibi bağımsız olması gerekliliğini söylüyorlardı. Zorunlu din derslerinin iptalini istiyorlar, Cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını, Hacı Bektaş Veli dergahının yönetiminin yeniden Alevilere bırakılmasını, Alevi köylerine zorla Cami yapma projelerinin iptalini, yani kısaca Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerinin tanınmasını ve son olarak da Madımak Oteli’nin müze statüsünde kamulaştırılmasını istiyorlardı.

Bu kadar net ifade edilmiş talepler, Alevilere sadece iade edilmekle kalmadı. AKP hükümeti de bu açılım sürecinden umudunu kesmiş olacak ki, Başbakan Aleviliğin sadece Ali’yi sevmek demek olduğunu söylüyor, peşi sıra CHP başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu meydanlarda Alevi olduğu için yuhalatıyor, CHP’nin Suriye politikasını Esad’ın da Alevi olmasıyla yorumluyordu. Hükümetin değişik bileşenlerinden “Cemevlerinin adeta birer terör yuvası olduğunu” söyleyen isimler de geri kalmadılar. Madımak Oteli, Alevilerin istedikleri gibi bir utanç müzesi değil, bir kültür kurumu olarak -neden bir tiyatro salonu olmasın?!- satın alındı. Hepsinden öte, İstanbul’a yapılan 3. köprüye Alevi katliamları ile nam salmış Yavuz Sultan Selim’in isminin verilmesi hükümetin bu konuda açılım sürecinde ancak “-mış” gibi yaptığının su götürmez kanıtı oluyordu.

Derken Gezi ayaklanması patladı. Sokaklara dökülmekte bugüne kadar da çok imtina etmemiş Aleviler bu ayaklanmanın içinde de kitlesel bir biçimde yer aldılar. Öyle ki, Gezi ayaklanması sırasında katledilen tüm gençlerin Alevi olması bu katılımın yoğunluğuna bağlandı.

Tam bu anda, bir daha Gezi gibi bir ayaklanma ile yüzleşmek istemeyen Hükümet, iki şey açıkladı; biri Ankara Tuzluçayır’da yapılmak istenen Cami-Cemevi projesi, diğeri de Nevşehir Üniversitesi’nin adının Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’ne dönüştürülmesi.

Cami-Cemevi projesinin yukarda bahsettiğimiz bu Sünni Aleviliğin yaratılması için nasıl bir merhale olarak görüldüğünü Gezi ayaklanmasını yorumlarken gençlerin nasıl geri kazanılacağına dair yorumunda Fettullah Gülen’den dinleyelim;

“Bir kere başta, biz onları ihmal etmişiz. Onlar bizim ihmalimizin meydana getirdiği nesillerdir. (….)

Meselenin dipten ele alınmasına, çerik-çürük hale gelmiş, enkaz halindeki bir neslin yeniden elden geçirilmesine, restorasyona tabi tutulmasına ihtiyaç var. (…)

Bugün böyle gitse de bence aklı başında kanaat önderleri, ilim adamları, psikologlar, pedagoglar bir araya gelerek, müşterek akıl bir araya gelerek, bu mevzuda projeler oluşturması lazım. Ne yapalım ki, insani çizgisini koruyamamış nesilleri bir kere daha insani çizgide birleştirelim? Bir Söğüt ruhuyla onların yeniden bir büyük devlet olmaya yürümelerini sağlayalım, Allah’ın izniyle inayetiyle?!.”

Ankara Tuzluçayır’da günlerce insanların polisle çatışmasına neden olan da tabi ki böylesine bir proje idi. Bu vesileyle Aleviler, AKP hükümetinin Cemevlerini ancak bir Cami’nin müştemilatı olarak kabul edebileceklerini de öğrenmiş oldular. Alevi düşkünü İzzettin Doğan ise kurucusu olduğu Alevi İslam Hizmetleri Kurumu ile bu projenin sac ayaklarından biri oluyordu. Nitekim, tek başına Cemevinin neden olmayacağına dair, Diyanet İşleri Başkanı da kendi varlığının gereğini yapıyor ve “Cemevlerine ibadethane statüsü verirseniz Aleviler Müslümanlıktan kopar”, diyordu.

Cemevleri, Alevilerin kendi diledikleri mekan tarifine kavuşması bir yana, ancak Sünnileşmelerinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor, bu yolla özellikle “çerik-çürük” hale geldiği düşünülen Alevi gençlerinin bu yolla ıslahı hedefleniyor. Aynı zamanda Alevilerin fiilen, “Cemevi istediler, yaptık ama bakın onu da istemiyorlar” ikileminde kalmaları sağlanıyordu.

Alevilerin nasıl bir inanca sahip oldukları, nasıl bir Ali’ye inandıklarını, ibadethane olarak nereyi gördüklerini belirlemek elbette ne devletin, ne de AKP hükümetinin birtakım bakanlarının işi de, haddi de değil. Alevilerin yıllardır bu konuda devletten tek bir ihsan beklemeden kendi yollarını oluşturmuş olmaları da bunun kanıtı. Ancak söz konusu bu proje, toplumsal meşruiyetlerinin sorgulanır hale gelmesine de yol açabilecek bir toplum mühendisliği ürünü.

Ne Alevi ve diğer inanç gruplarından insanların da ödedikleri vergiler ile bütçesi kat kat şişirilmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı sorgulanıp değiştirilmesi yönünde en ufak bir adım atılıyor, ne de Alevilerin talep ettiği eşit yurttaşlık talebinin gerçekleşmesine dair girişimlerde bulunuluyor. Olan yüzlerce yıldır bir türlü ıslah edilemeyen Alevilerin arasına yeni tip Truva atları salmak ve giderek sistemden bağlarını tümüyle koparma tehlikelerini de yeni bir İslam bayrağı altında toplanma teziyle bertaraf etmek.

Aleviler, inançlarının gereğini nasıl yapacaklarını ne devletten, ne hükümetten icazet alarak yapmamaya devam edecekler elbette. Bu açılım selinden geriye kalan ise, İzzettin Doğan’ın tek bir Alevi mitingine gitme cesaretinin tamamen yok olması ile altı daha da çizilerek kalan Alevilerin devlete güvensizliği olacak.

Yorumlar kapalıdır.