Trablusşam’daki ayaklanma üzerine

Lübnan’da 17 Ekim 2019’da ekonomik krizin yarattığı enkaza ve yolsuzluğa batmış mezhepçi rejime karşı başlayan kitlesel seferberlikler pandemi ile birlikte bir geri çekilme yaşamıştı. Ancak pandemi, kitlelerin işsizliğe, gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve rejime karşı demokratik taleplerinin ortadan kalkmasını değil, tam tersine bu taleplerin daha da can yakıcı bir hale gelmesi sonucunu yarattı. Ve buna karşı 2020 yılının Nisan-Mayıs aylarında ve Beyrut limanında gerçekleşen patlamanın ertesinde kitleler yeniden sokaklara dökülmüştü. Bu sürecin son örneği ise geçtiğimiz hafta ülkenin ikinci büyük kenti ve 17 Ekim seferberlikleri sürecinde de önemli merkezlerden biri olan Trablusşam’da başlayan eylemler oldu.

Lübnan’daki kitle seferberliklerinin başından beri içerisinde olan, yerel koordinasyon/mahalle komiteleri ile bağlantı içerisindeki yoldaşımız Adeed Nassar’ın Trablusşam’daki sürece dair kaleme aldığı değerlendirmeyi sizlerle paylaşıyoruz.

Trablusşam, ekonomik ve yönetimsel ağırlığının yanı sıra nüfusu bakımından da Lübnan’ın en önemli ikinci şehri ve bu nedenle Lübnan’ın “ikinci başkenti” olarak bilinir.

Trablusşam’ın nüfusu bir milyona yakın. Akdeniz bölgesinin en eski şehirlerinden biri ve tarihi bir öneme sahip olduğu kadar stratejik konumu nedeniyle coğrafi bir öneme de sahip.

Neoliberal ekonomik politikalar, yalnızca mafyatik olarak nitelendirilemeyecek kadar derinleşti. Temel olarak borçluluk, ranta dayalı yatırım ve borçlanma üzerine kurulu olan ve ülkedeki üretken sektörü ve istihdamı yok eden bu politikalardan en büyük payı ise Trablusşam aldı.

Geçtiğimiz on yıllar boyunca, Trablusşam’daki çeşitli endüstriler yok edildi. Eskiden orada bulunan petrol rafinerisi kapatıldı; şehir limanı ve 70’li yıllarda başlatılan Olimpik Stadyum, Uluslararası Fuar gibi tüm geliştirme projeleri ihmal edildi.

Eğitim, sağlık, tedavi ve çevre gibi temel hizmetler dramatik ve ciddi şekilde kötüleşti.

Sonuç olarak, şehirdeki işsizlik oranı dayanılmaz seviyelere çıktı. Şehir nüfusunun yüzde 60’ından fazlası yoksulluk seviyesinin altına düştü ve bölgenin belki de bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki en zenginleri oralı olsa da Trablusşam bölgenin ortalama en fakir şehri haline geldi.

Son 30 yılda, egemen rejim güçlerinin yanı sıra bölgesel güçler de yoksulluk çeken Trablusşam şehrini yerel veya bölgesel partilerin hedeflerine hizmet etmek için milis kuvvetleri konuşlandırılarak tahrif edilebilecek bir av olarak gördüler.

“İnsani” yardımın dağıtımı, halkın yoksunluğundan ve yoksulluğundan yararlanmak için bir fırsat olarak görüldü ve tıpkı oy satın alma yoluyla parlamento veya belediye seçimlerinde yolsuzluğun kullanılması gibi, bu yardımlar da saldırı çeteleri veya silahlı milisler oluşturmak için bir bahane olarak kullanıldı.

İki yıl önce mevcut ekonomik, mali ve sosyal krizin patlak vermesiyle birlikte Trablusşam halkının çilesi iki katına çıktı. Bu nedenledir ki Trablusşam’ın 17 Ekim ayaklanmasına katılımı farklıydı; zaten bu yüzden Lübnan halkı onu devrimin gelini olarak adlandırdı.

Koronavirüs salgını ve tekrarlanan kısıtlamalar, ancak gündelik işlerde çalışarak karınlarını doyurabilen şehir halkının boğazını daha da sıktı.

Artan baskı, şehir halkını yeniden ve daha şiddetli bir şekilde ayaklanmaya itti. Bu nedenle baskı bu sefer güvenlik güçleri ve ordunun göstericilere doğrudan mermilerle saldırması şeklinde gerçekleşti ve bu da düzinelerce kişinin yaralanmasına ve birden fazla protestocunun ölümüne yol açtı. Ocak 2021’in son pazar günü yüzlerce Lübnanlı, Trablusşam halkıyla dayanışmak için, yetkililer tarafından uygulanan kısıtlamalara aldırmayarak Trablusşam’a gitti ve oradaki gösterilere katılarak şehirdeki protestoculara yönelik baskıcı tedbirleri kınadı.

Adeed Nassar

Yorumlar kapalıdır.