Rojava’da devrim…

Rojava, yani Batı Kürdistan’da Geçici Demokratik Özerk Yönetim Yasama Meclisi, Toplumsal Sözleşme adıyla kabul ettiği anayasa temelinde 21 Ocak’tan başlayarak art arda üç özerk kantonun kuruluşunu ilan etti. “Demokratik Özerklik” modeline uygun olarak kurulan yapı Cizire, Kobani ve Afrin kantonlarından oluşuyor.

Bu yeni siyasi yapılaşmanın anayasal temeli olan “Toplumsal Sözleşme”, Kürtlerin de özerk bir güç olarak içinde yer alacakları geleceğin Suriye’sini merkezi olmayan, demokratik ve parlamenter bir siyasi sistemle yönetilen bir ülke olarak tanımlıyor.

Kantonların özerkliklerini ilan etmelerinin ardından her birini yönetecek meclisler, geçici hükümetler oluşturuldu. Bu özerk siyasi yapı, çoğunluğu oluşturan Kürtlerin yanı sıra Arap, Süryani, Ermeni, Ezidi ve diğer halkların temsiline dayanıyor. Kürtçenin dışında Arapça ve Süryanice de resmi diller olarak kabul edilirken diğer dillerin özgürlüğü de tanınıyor. Kürt olan bir başkanın veya bakanın yardımcılıklarına bir Arap ve bir Süryani getiriliyor. Ayrıca Süryanilere pozitif ayrımcılık ilkesi uygulanıyor.

Bunların dışında “Toplumsal Sözleşme” yüzde kırklık bir kota şartıyla kadının eşitliği ilkesini; gençlik kotasını; tüm kurumlarda “eşbaşkanlığı”; ücretsiz eğitim ve herkese istihdam hakkını; çocuk, işçi ve çevre haklarının güvence altına alınmasını; çocukların çalıştırılmasının, çocuk yaşta evliliklerin ve çocuğa yönelik fiziki ve psikolojik işkencenin önlenmesini temel maddeler olarak kabul ediyor.

Ortadoğu’da bugüne kadar görülmemiş bir demokratik siyasi model olarak Rojava’nın özerkliği, en azından bu aşamada, gerek anayasal temelleri, siyasi hedefleri ve emperyalizme karşı tavrı; gerekse halkın topyekûn seferberliğine dayalı mücadeleci yapısı, çevresindeki her türlü gericiliğe karşı sürdürdüğü direniş ve özellikle de kadınların bu mücadeledeki etkili ve çok yönlü rolleri göz önüne alındığında devrimci-demokratik bir karaktere sahip. Bu nedenle Rojava’daki mücadeleyi, parçalanmış Kürt ulusunun Suriye’deki parçasının onca yıllık baskı, zulüm ve inkâra karşı ulusal ve siyasi özgürlükleri yolunda attığı çok önemli bir adım ve bir devrim olarak tanımlıyor ve selamlıyoruz.

Devrimin kaderi

Ancak şunu da vurgulamak zorundayız. Tarih sürekliliğini kaybedip tecrit olduğu için yarım kalan ve bu nedenle yenilen, yozlaşan devrimlerle doludur. Aşiret temelli olmayan bir uluslaşmaya dayanan; Güney’de iktidarı ele geçiren burjuvazinin, emperyalizmle ve bölge gericilikleriyle işbirliğine dayalı, kendi hâkimiyet alanını esas alan milliyetçi darkafalılığından farklı olarak bütün bir Kürt ulusunun birliğini ve ortak çıkarlarını savunan özerk Rojava, Barzani’nin burjuva rejimine karşı, sınırları aşıp diğer parçaları etkileme potansiyeline sahip devrimci bir alternatif oluşturuyor. Ancak, “demokratik özerklik” anlayışıyla oluşturulan bu siyasi, idari, ulusal alternatifin kaderi, devrimci bir toplumsal-sınıfsal temele ve bölge emekçileriyle somut bir enternasyonalist ilişkiye dayanmadığı ölçüde, sürekli değişen bölgesel güç dengelerine, çeşitli manevralara ve emperyalist tertiplere bağlı olacaktır.

Rojava Devrimi’nin kaderi de bütün devrimlerin tabi olduğu temel sosyoekonomik yasalara bağlıdır. Bu nedenle Rojava, burjuva Barzani yönetimine sadece siyasi-idari ve ulusal (hatta ekonomik) bir alternatif değil, gerçek anlamda sosyal-sınıfsal bir alternatif oluşturmak zorundadır. (Aynı zorunluluk Kuzey’deki mücadele için de geçerli.) Merkezi, federal, kantonal… hiçbir yönetim biçimi kendi başına devrimci veya karşıdevrimci, özgürlükçü veya baskıcı değildir. “Yerellik” tek başına demokrasinin garantisini oluşturmaz; bazen en demokratik görünümlü yerel biçimlerin en gerici amaçlara hizmet ettiği de görülür. Bir yönetim biçimine yukarıda saydığımız nitelikleri veren, üzerinde yükseldiği sosyal ve ekonomik temeldir. Eşitsizliğe ve adaletsizliğe dayalı hiçbir siyasi yapı gerçek anlamda özgürlükçü olamaz. Bunun mesela Ortadoğu’daki anlamı “dört başı mamur” bir baskı rejiminden başka bir şey değildir. Özgürlüklerin garantisi, başına “demokratik” sıfatı eklenmiş olsa da “özerlik” veya bu temelde oluşturulan “kantonal” vb. yerel yapılar değil, emekçilerin demokratik özörgütlenmeleri vasıtasıyla oluşturduğu, denetleyip yönetebildiği ekonomik, sosyal ve siyasal kurumlardır.

Özerkliğin iktisadı

Kürdistan’ın bütünü için önerilen ve Rojava’da da uygulanacağını varsayabileceğimiz “demokratik özerklik”in iktisadi yönüne ilişkin açıklamalara bakıldığında, bunun bir ölçüde ve dar bir çerçevede uygulanabilecek, kapitalizmle sosyalizm dışında, (aslında arasında!) daha çok zihinsel-teorik planda oluşturulmuş bir ekonomik sistem anlayışı olduğunu söylemek mümkün. Her iki üretim tarzının da “insanlığın sorunlarına çare olamayışından” kalkan, özel mülkiyetin sınırlanması, tekelleşmenin önlenmesi, azami kâr anlayışını esas almama, kendine yeterlilik, kullanım değerini esas alma, grup ya da topluluk mülkiyeti, kapitalizmi sınırlandırma vb. temel ilkelerinde haliyle yer yer belirsizlikler içeren, iradi-öznel, hatta “anarşizan” bir bakış açısına dayalı bu iktisadi görüşün verili dünyamızda uzun süreli uygulanabilirliği kuşkuludur.

Belki de “sadece kendisinin var olduğu” bir dünyada yaşama şansına sahip ve sınıfsal karakteri muğlak böyle bir iktisadi modelin, kapitalizmin yasalarının egemen olduğu bir “dünya ekonomisi” karşısında “çözülmesi” kaçınılmazdır. Sorun sadece “küreselleşmenin”, emperyalizmin, bölge gericiliklerinin ve “komşu Kürdistan’ın” muhtemel bir ekononomik, siyasi, hatta askeri müdahalesiyle de sınırlı değildir. “Çözülme”, böyle bir dış (ve de “iç”) müdahaleyi önlemek için verilecek ekonomik, siyasi tavizlerin yanı sıra, giderek şiddetlenecek iç çelişkilerin etkisiyle de ortaya çıkabilir. Ayrıca Suriye’deki bugünkü durumun belirsizliği de hesaba katıldığında devrimci Rojava’nın yarınını çok daha sağlam temeller üzerine oturtmak zorunda olduğu açıktır. Bu şartlar altında öncelikli sorun Rojava’daki inşanın hangi toplumsal temele dayanacağı ve kurulmakta olan demokrasinin sınıfsal karakteridir. Ekonominin de politikanın da gidişatını ve geleceğini belirleyecek olan ülkenin “kim” tarafından yönetileceğidir. Emek eksenli sınıfsal bir tavrın, bugünün dünya ve bölge koşullarında Rojava gibi iktisaden geri bir coğrafyada “devrimci hayalperestlik” olduğu söylenebilir. Ancak KDP’nin “ulusal birlik” ilkesini falan takmadan, Rojava Devrimi’ne karşı tavrının temelde “sınıf düşmanlığını” ifade ettiğini unutmamak gerekiyor. Yani Kürdistan’da sınıf mücadelesi hayali bir durum değildir!

Rojava Devrimi, artık hiç de bir hayal olmadığını bildiğimiz Ortadoğu devriminin ve Kürt emekçilerinin ulusal ve toplumsal kurtuluşu mücadelesinin önemli bir dinamiğidir. Ve biz, Rojava Devrimi’nin geleceğinin bütün bölgesel denge ve güç oyunlarına, emperyalizmin ve yerli gericiliklerin her türlü müdahale ve entrikasına rağmen, kendi mücadelesinin yanı sıra bölgenin bütün emekçilerinin ve ezilenlerinin enternasyonalist destek ve dayanışmasına bağlı olduğunu biliyoruz.

Yorumlar kapalıdır.