Saray rejiminden sonra?

Ülkenin gündemini meşgul eden temel konular birbiri ardına hızla değişirken, bütün bu konulara damgasını vuran temel olgu değişmez bir biçimde orta yerde duruyor: Saray rejiminin çürümüşlüğü ve sorumlu olduğu her alanı emekçi, ezilen kitleler için bir sorun, çözümsüzlük meselesi haline getirmesi. Salgın yönetiminden ekonomik krize, afet yönetiminden dış politikaya gündemi belirleyen tüm konularda Saray rejiminin politikaları yeni iflas ve enkazlar yaratmaktan öteye gitmiyor.

Resmi sayılara göre her gün 250 kişinin Covid-19 pandemisi nedeniyle hayatını kaybettiği koşullarda, Sağlık Bakanlığı kendince bir başarı hikâyesi sunma çalışmalarına devam ediyor. Milyonlarca insanın aşı tereddüdü yaşaması ve pandemi önlemlerinin neredeyse tamamen gevşetilmesinin sorumluluğu başından itibaren tutarsız, güvenilmez, günübirlik ve sermayenin çıkarlarını gözeten bir salgın politikası izleyen Saray rejiminin omuzlarında duruyor. Bunun sonucu, resmi sayılara göre şu ana dek, dile kolay, 60 bine yakın insanımızı pandemi nedeniyle yitirmemiz oldu.

Ekonomik tabloda yaşanan yıkım ise her geçen gün derinleşiyor. Hayat pahalılığı emekçiler için katlanılmaz bir düzeye gelirken, hükümet memur ve emeklilere dönük enflasyon altı zam politikasını büyük bir lütuf olarak pazarlıyor. İşsizlik devasa bir kangren olarak toplumu çürütmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre, salgın döneminde Türkiye’de yaşanan istihdam kaybı dünya ortalamasının çok üzerinde gerçekleşti ve bu dönemde yaklaşık 3,6 milyon kişi iş piyasasından çekildi. Tüm bunların sonucunda, faizlerin tarihi bir zirvede olmasına rağmen, borçlanma giderek artmakta ve geniş emekçi yığınlar eşi benzeri görülmedik bir sefaletin içerisinde yokuş aşağı yuvarlanmakta.

Bu şartlar altında, Cumhur İttifakı’nın toplumsal desteği her geçen biraz daha fazla erirken, rejimin bu şekilde devam edemeyeceğinin Erdoğan da dahil olmak üzere Saray koalisyonunun bütün bileşenleri farkında. İktidardaki ömürlerini uzatabilmek için yeni ittifaklar kurmak, rejimi yeniden yapılandırmak için tüm çabalarını ortaya koyuyorlar. Ne var ki, içinde bulundukları çürüme, yozlaşma, yabancılaşma ve ataletin vardığı boyut, Tek Adam rejimine taze bir nefes aldıracak herhangi bir girişimi ihtimal dışı bırakıyor. Tam da bu nedenle, en iyi bildikleri yöntem olan baskıcı ve ayrımcı uygulamaları hız kesmeden sürdürmenin gayreti içindeler. Neyse ki, bu uygulamalar rejimin emek ve doğa düşmanı, antidemokratik politikalarından bezmiş kitleleri sindirmeye yetmiyor ve birçok yerde yeni yeni mücadeleler filizleniyor.

Yakın bir zamana dek Tek Adam rejimiyle kurulan baskıcı, diktatörlük sisteminin kalıcı, uzun ömürlü olacağı, bu rejimin herhangi bir kitle mücadelesine imkân tanımayacağına dair umutsuz görüşler pek çok kesim tarafından dile getirilirken, şimdi yaygın medyada Erdoğan sonrası formüllerin dahi konuşulmaya başladığı, Saray koalisyonu içi çatlakların giderek derinleştiği ve içeriden her gün yeni itirafların, suçlamaların kamuoyuna yansıdığı bir duruma girmiş bulunuyoruz. Hiç şüphesiz, Tek Adam ve şürekâsı iktidardan düşmemek için her yolu deneyecek fakat mevcut tablo manevra alanlarının giderek daraldığını ortaya koyuyor. Asıl önemli soru ise, mevcut politik ve ekonomik kriz içerisinde emekçilerin ve ezilen kitlelerin siyaset sahnesine nasıl gireceği, kendi bağımsız sözünü nasıl yükseltebileceği olmaya devam ediyor.

Gerek Tek Adam’ın zayıflayan rejimi altında gerekse de Millet İttifakı’nın mevcut rejimin bir kesimiyle uzlaşarak gerçekleştireceği bir “düzenli geçiş” sistemi altında olsun, işçi sınıfı ve emekçi halk olarak “fillerin tepişmesine” seyirci kaldığımız müddetçe, ne ekonomik koşullarımızda ne de demokratik haklarımızda kalıcı bir iyileşme sağlamamız mümkün olabilecek. Bu nedenle, hangi iktidar formülünün hangi kesimler tarafından gerçekleştirilebileceğinin hesabını yapmak yerine, işçiler ve ezilenler olarak emek örgütlerini baskıcı, işçi düşmanı rejimden kopuşu sağlayacak bir seçeneğin inşası için zorlamaya devam etmek, temel görevimiz olmayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.