“Ekolojik Yıkıma Karşı Mücadele: Program ve Talepler” etkinliği gerçekleşti

İşçi Demokrasisi Partisi, 14 Kasım Pazar günü ekolojik yıkıma karşı mücadele için program ve taleplerimizi konuştuğumuz bir etkinlik gerçekleştirdi. Gazete Nisan okurlarıyla buluştuğumuz etkinliğimizde Gazete Nisan yazarı Çevre Mühendisi Sedat Durel ekolojik yıkımın boyutlarını grafikler üzerinden anlattı.

Durel sunumunda küresel ısınmanın sonucu olarak dünyadaki su seviyesinin 60 metreye çıkması halinde Kadıköy, Fatih, Yenikapı gibi İstanbul’daki pek çok semtin sular altında kalacağını anlatırken, tatlı su kaynaklarının tuzlanması sonucu her yeri su basmasına rağmen içecek su bulunmayacağının altını çizdi. Sunumun sonunda, burjuva siyasetçilerin ve kapitalist devletlerin programlarını aktararak kapitalizm altında iklim krizi ve çevre sorunu çözülebilir mi sorusuyla konuyu tartışmayı açtı.

Bu sırada iklim krizini tartışan yalnız bizler değildik. Aynı gün, İskoçya’nın Glasgow kentinde iki haftadır devam eden COP26 İklim Zirvesi’nin son günüydü. Yüzlerce burjuva siyasetçi ve devlet yetkilileri de aynı konuyu farklı bir programla ele aldılar. Zirvenin ana hedefi zaten sıcaklıkları 1,5 derecelik bir artışta tutma hedefiydi. 2030 yılı için 2010’a göre saldıkları sera gazını cüzi bir miktarda azaltacaklarını konuştular. Sonuç olarak kömürü aşamalı olarak “kaldırmayı” değil, “aşamalı olarak azaltmayı” içeren son derece güdük ve manipülasyona açık bir şekilde zirveyi sonlandırdılar. Manipülasyona açık diyoruz, çünkü en basitinden ülke emisyonlarının toplam olarak değerlendirildiğini ve en fazla sera gazı salan ülkelerin kendi emisyonlarını azaltırken, arkalarda yer alan ülkelerden kota satın aldıkları uzun süredir biliniyor.

Burada Durel’in sorusuyla devam edersek, hepimiz aynı gemide miyiz ya da başka bir deyişle, iklim krizinden herkes eşit şekilde mi etkileniyor?

Bu soruyu cevaplarken çok değil, temmuz ve ağustos ayları boyunca Türkiye geneline yayılan orman yangınlarını düşünelim. Yüzlerce hektar orman yanarken, onlarca tür yaşam alanlarını kaybetmişken 28 Temmuz’da Resmi Gazete’de Turizmi Teşvik Kanunu yayımlandığını unutmayalım. Bu kanunla ormanlar “kamu yararı”na turizme açılabilecek, yatırıma açılacak bölgeyle ilgili karar da Tek Adam inisiyatifine bırakıldı. Ağustos ayında ise Kastamonu, Rize gibi illerde sel olmuş ancak Tarım Bakanı sellere HES’lerin sebep olmadığını, tam tersi HES’lerin selin mağduru olduğunu ifade etmişti.

Dolayısıyla “hepimiz aynı gemide miyiz” sorusunun cevabı elbette ki hayır, çünkü patronların Türkiye’de de Glasgow’da da çevre ve afet politikaları kâr amaçları etrafında şekilleniyor, dahası doğal afetleri ve iklim krizini de fırsata çevirmek için can atıyorlar. Türkiye’nin Glasgow iklim paktına dahil olarak 3,1 milyar avroluk iklim borcu alması da bunun güzel bir örneği.

Glasgow COP26 zirvesinden de görüldü ki; burjuvazinin iklim krizini durdurmaya yönelik bir eylem planı yok. Etkinlikte Durel’in de ifade ettiği gibi; ekolojik yıkıma karşı mücadele etmek; doğa ve emeği korumak, sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır ve hatta ekolojik yıkıma karşı mücadele bunun en büyük ve ilk elden acısını çeken işçi emekçilerin mücadelesidir. Geleceğimizin yangın, sel, deprem felaketleriyle kararmaması için doğadan ve emekçiden yana bir planlama talep etmekten, bunun için örgütlenip mücadele etmekten başka çaremiz yok.

Yorumlar kapalıdır.