Ekonomik enkaz nasıl kaldırılır?

Enflasyon canavarı hortlayalı çok oluyor. Her geçen gün alım gücümüz daha da fazla erirken, iktisadi olarak kendini sürekli kanıtlamak zorunluluğu duyan iktidar yeni bir iktisadi model oluşturulduğunu fakat birkaç ay dişimizi sıkmamız gerektiğini söylüyor. Umutlarını yazın gelecek turistlere bağlamış durumdalar. Oysa Türkiye’de ekonomik büyüme ve sermaye birikim modelleri çökmüş durumda. Gerçek bu! Türkiye özelinde yeni bir büyüme modeli doğmadığı gibi böyle bir model varmış ve takır takır işliyormuş gibi yapay bir görüntü vermek istemeleri rejimin nasıl bir sıkışmışlık içinde olduğunu gösteriyor. Bu sıkışmışlık kendini emekçilere dönük bir saldırı dalgasında göstermekte. Biz buna geleceğimizin borçlulukla ipotek altına alındığı “hayat pahalılığı” diyoruz. İşte bu yüzden enkaz altındayız.

Türkiye ithalata bağımlılığı neticesinde sürdürülebilir bir ekonomik büyüme karşısında cari açık vermek zorunda. Peki cari fazla vererek büyümenin yöntemi TL’yi değersizleştirmek mi? TL değersizleştiğinde daha az malı daha pahalıya alırken daha çok malı daha ucuza satmış oluyoruz. Bu durum istenilen ihracat gelirini yaratmayı imkânsızlaştırıyor. İthalata bağımlılığı azaltma hedeflenmeden ne istenilen ihracat yakalanabilir ne de ülke cari fazla vererek büyüyebilir. Bu bağımlılık ilişkisinden kopuş için ciddi bir sanayileşme ve kurumsallaşma planı gerekiyor. Dolayısıyla ortada ithal ikamesi gibi bir politika bile yok.

Kamu kaynaklarıyla sermayenin beslenmesi

Eğer ki bu ucube “modelin” bir adı olacaksa “finansal sermayenin yararına kamunun yağmalanması” adını verebiliriz. Hazinenin yüksek faiz ile borçlanması, çeşitli enerji ve ulaşım projeleriyle özel sektöre verilen garantiler, büyük şirketlerin bir çırpıda silinen vergi borçları ve son olarak kur korumalı mevduat hesabı ile hazinenin ek faiz yükü üstlenmesi gibi tüm bu durumlar gösteriyor ki hazinenin üzerine büyük bir mali yük binmiş durumda. Kamudan aldığını özel sektöre aktaran bir kayış görevi görmekte ve bunun yanında yağmaya ve talana da açık bir konumda.

Para politikaları ve mali politikaların başındaki kişiler (ilk kez Saray’ın tam olarak istediği politikayı güden ve ortaklaştırabildikleri insanlardan oluştuğunu düşünürsek) bu kadar yükü, koordineli bir şekilde enflasyonu daha da azdırma pahasına para basarak belli bir seviyeye kadar üstlenebilirler. Fakat bu yükün asıl taşıyıcısı vergi gelirleri olacak. A’dan Z’ye tüm vergi kalemlerinin soygun derecesinde artması bu yüzden.

Üstelik bu kadar verginin bu vergilerin çoğunu veren işçi ve emekçilere geri dönmediğini, hatta çeşitli sağlık hizmetleri, ulaşım, eğitim gibi alınması gereken tüm temel hizmetlerin gün geçtikçe pahalılaştığını görüyoruz. Neden vergi veriyoruz? Şu an herkesin sorması gereken soru bu. Cevap ise acı bir gerçek: Bir avuç sermaye grubunu beslemek için… Oysaki bu kadar vergi veren bir toplumun ulaşılabilir ve nitelikli kamusal hizmetler alması elzem olmalıydı.

Derhal harekete geçilmeli!

İki sermaye ittifakına karşı emek ittifakının inşa edilmesinin ve bu ittifakın kendi ekonomi programıyla politika sahnesine gür bir sesle çıkmasının tam zamanıdır. Merkezi ve planlı bir ekonomik modelle tam sermaye kontrolü, üretim araçlarında kamusal denetim ve dış ticarette devlet tekeli gibi köklü ve zaruri değişimlerin olduğu bir program, tüm emekçilerin acil ihtiyaçlarının çözümünün koşullarını oluşturmalıdır.

Acil ihtiyaçları çözmeye dönük en ufak bir adım atmayan iktidarın bu enkazdan ülkeyi düze çıkarmaya gücü olmadığı gibi, IMF’yi yeniden bir kurtarıcı olarak getirme planı dışında çözüm üretmeyen muhalefetin de hiçbir gücü yok.

Bu enkazı ancak mücadele eden işçiler kaldırabilir. Enkazın yükünü taşımamak için birleşik mücadeleyi ve dayanışmayı sürdürebilmek ve bu süreci politik olarak yeni ve bağımsız bir kurucu anayasayla taçlandırmak gerekiyor. Ekonominin toparlanabilmesi ve ekonomide yeni bir organizasyon için temel koşul, mevcut rejimden ve üretim ilişkilerinden kopuş hedefiyle mücadele etmektir.

Yorumlar kapalıdır.