Futbolu neden seviyoruz?

Resmi kurallarına göre yirmi iki kişinin bir topun etrafında koşturmasından ibaret bir oyun; nasıl oluyor da aynı anda diktatörlerin halkları uysallaştırmak için kullandığı bir afyon, patronlar için para basan bir endüstri, emekçilerin tüm sıkıntılarını unutturabilen soğuk bir bira olabiliyor.

Futbolun herkesi peşinden sürükleyebilmesinin sırrı ne? Tabi ki bu soruya herkesin kendince vereceği birden fazla doğru cevap vardır. Bu nedenle öncelikle kendi cevabımı paylaşmak için içimdeki teknik direktöre kulak vermek istiyorum.

İçimdeki teknik direktöre göre futbolun sırrı hayata fena halde benzemesi ve onun kadar basit bir oyun olmasıdır. Bu bağlamda futbolun hayat kadar basit olduğunu ve asıl önemli olanın da futbolu basit oynamak olduğunu gösteren Total Futbol’un mucidi Runis Michels’e saygılarımı sunmayı bir borç bilirim.

Aslında futbol oynamak için sadece hareket edebilecek bir cisim ve hayal gücü yeterlidir. Mesela hayal dünyanızda bir gazoz kapağı ile şampiyon olup, dünya kupasını kazabilirsiniz. Ancak yeşil saha fena halde hayata benzer, orada güçlü bir partiniz yani takımınız yoksa kazanamazsınız. Örneğin, Barselona gibi mükemmel bir takım ile kazanmadık kupa bırakmayan Messi’nin, Arjantin Milli Takımı yeterli güce sahip olmadığı için tek başına Almanya’yı yenememesi gibi.

Bazen de hayatta olduğu gibi büyük bir lider çıkar, emperyalistlere elle gol atıp, ardından kesin zekâyla o gol için “Tanrının eli” deyip tarihe geçebilir. Ancak saha içinde doğru örgütlenmiş, kolektif bir oyuna dayanan bir takımınız yoksa İngilizlerin efsane golcüsü Garry Lineker’in de dediği gibi futbolun doksan dakika ve Almanların kazandığı bir oyun olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz.

Futbolun teknik analizini bir kenara bırakıp evlerin arka bahçelerinde parasız, özgürce top oynadığımız günlere dönersek, futbolun neden büyük bir tutku olduğunu görebiliriz.

Çünkü orada futbol oynamak için çok yetenekli olmanıza gerek yoktur. Bazen kalas da olsanız çok çalışıp çok koşarsanız takımdaki yeriniz her zaman hazırdır. Koşmazsanız bile hayatta olduğu gibi paranız varsa ve meşin yuvarlak sizinse, top karşılığında takıma alınabilirsiniz.

Lakin futbol da hayat gibi şımarıklığı kaldırmaz, sadece futbol topunuz var diye mahalle takımında golcü pozisyonunda oynayamazsınız.

Mahalle takımının “10” numarası genellikle emekçi bir ailenin çocuğudur. En iyi futbolcuların emekçilerin çocuklarından çıkması basit bir tesadüf değildir. Bu durumun her ne kadar bilimsel birçok cevabı olsa da; bence klas topçuların işçi ailelerinden gelmesinin asıl nedeni futbolun emekçilerin icadı olması ve hala en iyi futbolun ister halı saha da ister toprak sahada olsun işçilerin oynamasıdır.

Zaman değişiyor, futbol endüstrileşirken, mahalle takımları mazide hoş bir anı oluyor. Lakin ben ve benim gibiler çocukken ilk topu vurduğumuz anda başlayan ve hiç bitmeyecek bir aşkla futbolu sevmeye devam edeceğiz.

İçindeki teknik direktörü “Football Manager” adlı oyunuyla avutan, Passolige’e karşı onurlu bir direniş gösteren tüm dostlara selam olsun!

Yorumlar kapalıdır.