Depremden sonra

6 Şubat günü deprem sonrası hükümet yetkilileri, devletin tüm organları ile seferber olduklarını ve yetişilmedik yer bırakılmadığını ifade etmişlerdi. Kendisini her geçen saatte yalanlayan iktidar, depremden sonraki hemen her gün aynı iddiayı o gün için yineledi. Arama kurtarma çalışmalarının zayıflığı yetmezmiş gibi deprem bölgesine yardım için seferber olan halkın, maden işçilerinin ve yurtdışından gelen arama kurtarma ekiplerinin bölgeye intikali, tüm prestiji rejimin altın çocuğu AFAD’a kazandırmak uğruna geciktirildi. Yardımlara el konuldu ve benzersiz bir beceriksizlik örneği sonucunda halkın yardımlara erişimi geciktirildi.

En acı ilk günler bittikten sonra uluslararası yardım kuruluşlarının çalışmalarının engellendiği, Kızılay’ın AHBAP’a çadır sattığı ve daha nice skandal ortaya çıktı. Depremden haftalar sonra hükümetin doğa düşmanı yapılaşma planının bir başka bilançosu olarak sel baskınları yaşandı. Depremzedelerin zar zor ulaştığı çadırlar bu kez de sel ve fırtına ile sürüklendi…

Deprem sonrası resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde canımızı yitirdik, binlerce insan yaralandı, on binlercesi yersiz yurtsuz kaldı. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı depremin maliyetinin iki trilyon TL olduğunu açıkladı. Bu devasa bedel neyin sonucu? Artık hepimizin bildiği bir şey var; afetlerin öncesinde tedbir almak, afetin yaratacağı yıkımdan çok daha ucuz bir maliyete sahip. Bize can, mal ve kamu kaynağı ile ödetilen bu bedeli hükümetin 20 yıllık iktidarı altında sıfıra indirme ihtimali vardı. Yalnızca köprülere geçiş garantisi olarak harcanan para, ülkeyi Rusya’ya bağımlı hale getirecek Akkuyu Nükleer Santrali ve 3. havalimanının maliyeti, Demirören’in devlet bankalarından alıp geri ödemesini yapmadığını öğrendiğimiz kredileri ve 5’li çeteye sağlanan vergi afları için kullanılan kaynak bölgenin depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi için kullanılsaydı 6 Şubat’ta kimsenin burnu bile kanamayabilirdi.

Hükümet yoksul halk için değil bir avuç zengini daha da zengin etmek için çalıştı. Hükümetin politikasından aslan payını elbette ki ona en yakın olan firmalar aldı. Ancak 20 yıllık ekonomi politikalarından Türkiye’nin tüm burjuvaları sonuna kadar faydalandı. Şu anda Türkiye’nin sermaye birikim politikası halkın ihtiyaçları yerine tüm kaynakların holdinglere aktarımı üzerine kurulmuş durumda.

Ölümlerimiz ve depremzedelerin yaşadığı zorluklar sadece depremden, AFAD’ın organizasyonsuzluğundan, sonrasındaki büyük yolsuzluklardan veya Kızılay’ın çadır satışlarından kaynaklanmadı. Ekonomi modeli hiçbir zaman halkın sağlıklı koşullarda yaşamasına zemin oluşturacak bir stratejiye sahip değildi! Oyunun bu kuralına diğer düzen partileri de saygı duymaya devam ediyor. Çokuluslu şirketlerin teşviki ve ülkeye davet edilmesi İyi Parti’sinden CHP’sine kadar düzen muhalefetinin de dilinde.

Burjuvazinin bugüne kadar yapmadıkları, bugünden sonra yapmayacaklarının teminatıdır. Depremin ardından nasıl ki daha az zarar görmemiz emekçi halkın seferberliğinin önünün açılması ile mümkün idi ise bundan sonrasında yeniden enkaz altında kalmamamız da ancak emekçi halkın seferberliği ile mümkün olabilir.

Kendi geleceğimizi güvenle inşa etmek stratejik sektörlerin kamulaştırılması, dış borç ödemelerinin sonlandırılması, zenginlerden servet vergisinin alınması gibi talepler ile seferber olan emekçilerin mücadelesi ile mümkün olabilir.

Yorumlar kapalıdır.