Suriye Devrimi, komploculuk ve Marksist-materyalist metot

Suriye sahasındaki askeri dengeleri değiştiren Rusya hava saldırıları 2015 yılında başlamıştı ve Rus yayılmacılığının Suriye halkına karşı giriştiği bu saldırganlık, o zamana kadar İran ve Hizbullah desteğine rağmen gerilemekte olan Şam rejimi açısından sahadaki durumu değiştirmişti. Şimdi ise, Rus hava saldırılarının henüz 10. yılı dolmadan, bu hava saldırılarının korumaya adanmış olduğu rejim çökmüş durumda. Öyle ki Rusya, İran ve Hizbullah desteğiyle rejimin 5 yıl içerisinde zorlu çabalar neticesinde ele geçirdiği kasabalar ile kentlerin, aynı rejim tarafından kaybedilmesi 1 haftadan biraz uzun sürdü.

Stalinist, reformist ve işbirlikçi sol, Esad’ın kapitalist diktatoryal rejiminin askeri gerileyişini ve ardından siyasal çöküşünü, sınıfsal ve siyasal güçlerin materyalist ve akılcı bir açıklamasına dayandırmak yerine, her zaman olduğu üzere yine konspiratif spekülasyonlara başvurdu. Bu komplo teorilerine göre Suriye’deki silahlı muhalif güçlerin ilerleyişinin ardında yatan olgu ABD-İsrail-Türkiye rejimlerinin bu askeri operasyona vermekte olduğu sözde destekti. Biz, maddi toplumsal ve siyasal gelişmelerin Marksist-materyalist bir metodolojiyle yorumlanmasından, karmaşık ve kaotik görünümler sunabilecek olan çeşitli askeri-politik mücadelelerin sınıf mücadelesi temelinde ele alınıp, proleter enternasyonalizminin perspektifinden anlaşılmasından yanayız. Tam da bu nedenle, Suriye’deki gelişmelere yönelik solun geniş kesimlerinin sahiplenmiş olduğu konspiratif-idealist hiçbir açıklamayı sahiplenmiyoruz.

Dahası, Suriye’de 27 Kasım’dan beri yaşanmakta olan gelişmelerin ancak ve ancak 2011’de başlayan Suriye Devrimi’nin ihtiyaçları, engelleri, eksiklikleri ve talepleri temelinde anlaşılabileceğini söylüyoruz. Bu devrimi bir devrim kılan toplumsal ve siyasal dinamiklerin süreç içindeki gelişimi ile evrimi anlaşılmadıkça, solun geniş kesimleri, “seküler rejim” ve “cihatçı çeteler” şeklindeki hatalı ve indirgemeci bir şabloncu kutuplaştırmanın yüzeysel sonuçlarına karşın savunmasız olmayı sürdürecektir.

Halbuki biz, toplum içindeki mücadele halinde olan güçleri, bu tipteki bir liberal-şabloncu ayrıma tabi tutmayız. Bizim için toplumlar “sekülerler” ve “dinciler” (İslamcılar) olarak ikiye ayrılmaz. Biz, Marksist-materyalist perspektife uygun olarak, toplumların sınıfsal temellerde bölündüğünü, bu bölünmelerden farklı sınıf çıkarlarının doğduğunu ve farklı sınıf çıkarlarının çatışmasından da sınıf mücadelelerinin doğduğunu söyleriz.

Bu bağlamda, Suriye Devrimi’ne dair en önemli tezimiz şudur: Suriye Devrimi, bir sınıf mücadelesidir. Suriye’de yaşanmakta olanlar, farklı kapitalist devletlerin kendi etki alanları için kendi vekilleri üzerinden sürdürmekte oldukları bir paylaşım savaşı değildi ve hiçbir zaman da olmadı. Suriye’de yaşanmakta olanlar, emperyalist ve kapitalist ülkelerin egemen sınıflarının ve Şam oligarşisinin, Ortadoğu coğrafyasını silip süpüren devasa devrimci süreci Suriye’de frenleyebilmek için, karşıdevrimci politik ve askeri müdahalelerle, bir emekçi halkın devrimini boğazlama girişimiydi.

Bu bağlamda Suriye Devrimi, son derece zengin örnekler ve kafa karıştırıcı gelişmeler barındıran, müthiş bir sınıf mücadelesi laboratuvarı ve okuludur. Bu nedenle de, Suriye Devrimi’ne dair ikinci tezimiz şudur: Suriye Devrimi’ni Marksist-materyalist bir temelde incelemeyen ve onun okulundan mezun olmayan, onun ölümcül derslerine ciddi ve özenli bir şekilde çalışmayan hiçbir siyasal akım, bir devrimci parti inşa etme kapasitesine sahip olamayacaktır. Suriye Devrimi’nin önümüze serdiği sınıf mücadelesi örneği, devrimin zaferi ve devrimci partinin inşası için ihtiyaç duyulan politik ve stratejik derslerle doludur. Bu dersleri “komplocu” mistifikasyonlar ile gölgeleyenler, hiçbir güncel sınıf mücadelesi dinamiğine anlamlı devrimci katkılar sunamayacaktır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz şabloncu yanılgının en ciddi politik yanlışı, ABD emperyalizmine mutlak bir güç atfetmesidir. Tam da bu nedenle bu yanılgı, mistik ve idealist bir konspirasyon teorisyenliği ile ele ele gitmektedir. Bu komplocu anlayışa göre içeride büyük sınıf mücadeleleri ile sarsılan, ekonomik krizinin derinleştiği, Ortadoğu’da her geçen gün gerileyen, dünyanın başlıca emperyalist gücü olma pozisyonunu yitirme riskiyle yüzleşmeye başlayan, siyasal üstyapısında derin bölünmeler yaşayan bir ABD, Suriye’de dilediği manevraları gerçekleştirip dilediği rejimleri yıkarak, dilediği hükümetleri oluşturma kuvvetindedir. Hatırlamakta fayda olacaktır ki, Irak’ı askeri olarak doğrudan doğruya işgal eden ABD, bu ülkeyi kendi işgali altında tuttuğu sıralarda dahi, yukarıda sayılanları Irak’ta başaramamıştır.

ABD emperyalizmine mutlak bir güç atfeden bütün teslimiyetçi ve yenilgici komplo teorilerini reddediyoruz. Bu emperyalizmin siyasal gücünü ve askeri kapasitesini küçümseme eğiliminde kesinlikle değiliz ancak bunun karşısında da, demokratik ve sosyal talepler uğruna devrimci seferberlikler yaratan kitlelerin gücüne inanıyoruz. Bu kitlelerin Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da, İran’da, Suriye’de, Latin Amerika kıtasında ve diğer pek çok ülkede gerek seferberlikleriyle gerekse de silahlı ayaklanmalarıyla ABD emperyalizmini derin bir egemenlik krizine sürüklemekte olduğunu savunuyoruz.

Suriye’de 8 Aralık’ta Esad’ın devrilmesiyle yeni bir aşamaya giren devrim de, ABD emperyalizminin bu krizini derinleştirmiştir. Zira Suriye Devrimi’nin edindiği bu kazanım, bölgedeki Bonapartist rejimlere karşı kitlelerin kendilerine ve kendi seferber olma güçlerine dair sahip oldukları güveni ve inancı pekiştirecek ve devrimci mücadeleleri siyasal ve toplumsal açıdan kuvvetlendirecektir.

Ancak Suriye’de yaşananları yalnızca ABD emperyalizminin sözde “mutlak” olan gücüne dayandırmanın başka bir sakıncalı tarafı daha vardır: İşçi sınıfını, emekçileri, kadınları, gençleri, kısacası kitleleri özne olarak görmemek; dahası onların, kendi taleplerine sahip çıkmak için mücadeleye atılma kapasiteleri olan özneler olduğuna inanmamak. Suriye Devrimi’ni, onun yaslandığı sınıfsal ve toplumsal güçlerin karşılıklı mücadelelerinin maddi bir açıklanmasıyla değil ancak ABD emperyalizminin “komploları” ve “vekâlet savaşları” eliyle açıklamaya çalışan dar kafalıların aslında yapmakta oldukları, işçi sınıfına dair duydukları inançsızlığı ilan etmektir. Onlar, emekçi bir halkın, kendi kitlesel ve örgütsel güçlerine dayanarak, bir rejime karşı kendi başına seferber olabileceğine ve ABD emperyalizminden bağımsız bir şekilde, bu rejimi devirmek isteyebileceğine ve aynı zamanda, bu rejimi devirebileceğine inanmamaktadır. Onlar açısından böylesine bir toplumsal olay, ancak ve ancak birtakım “dış güçlerin” ve “komploların” planları dahilinde ve denetiminde gerçekleşebilir.

Bu şablon, sınıf mücadelelerinin Marksist bir temelde kavranmasına cepheden karşıttır. Zira biz devrimler, ayaklanmalar ve sınıf mücadeleleri gibi toplumsal olayları, altyapıyı (ekonomik ilişkiler ve kurumlar) ve bu altyapının oluşturduğu sosyal sınıfların karşılıklı ilişkileri ile mücadelelerini temel alarak analiz ederiz ve politikalarımız ile sloganlarımızı da bu zemin üzerinden belirleriz. Dolayısıyla bizim için her toplumsal olay, sınıf mücadelesinin bir biçimi, bir temsili, bir yansıması veya bir kırılmasıdır (ve çeşitli emperyal “komplolar” ile “vekâlet gruplarının” kaotik jeopolitik çekişmeleri değildir). Bu bağlamda akımımız, büyük ustalarımız Marx ve Engels tarafından kaleme alınmış olan Komünist Manifesto’nun ilk cümlesine tamamen sadıktır: “Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelesinin tarihi olmuştur.”

Burada belirtilmesi gereken bir nokta daha var: Emekçi kitlelerin öznesi olduğu toplumsal bir olayın birtakım yabancı emperyalist güçlerin “planlarına” dayandırılarak açıklanmasına, büyük bir çoğunlukla Ortadoğu coğrafyasında rastlıyoruz. Mesela hiç kimse, Fransa’da Sarı Yelekliler seferberliği yaşandığında, bunun rakip Almanya emperyalizminin bir “komplosu”’” olduğundan bahsetmiyor. Benzer bir şekilde, ABD’de George Floyd Ayaklanması yaşandığında, bu ayaklanmanın aslında AB emperyalizminin güdümünde başlatıldığı ve ayaklanmanın, AB emperyalizminin diplomatik çıkarlarına uygun hareket eden gruplar tarafından yönlendirildiği iddia edilmiyor. Hayır, bu yüzeysel ve aptalca komplo teorileri, daima Arap halklarının devrimci seferberliklerinin ve ayaklanmalarının açıklanması için kullanılmak isteniyor.

Bunun nedeni açıktır: Sömürgecilik ve sömürgeci zihniyet. Zira emperyalizme “mutlak” güç atfeden ve yarısömürge halkların devrimleri ile ayaklanmalarını ancak “komplolar” aracılığıyla açıklamaya çalışan bu anlayış, aynı zamanda, politik-ideolojik olarak sömürgecidir de çünkü aslında bu anlayış, Arap emekçilerinin tam da “Arap” olmalarından dolayı, bir özne haline gelerek devrimci ayaklanmalar gerçekleştirebileceğine inanmamaktadır. Zira bu anlayış Arap emekçi kitlelerini ve halklarını mutlak olarak “gerici”, “İslamcı” ve “muhafazakâr” görmektedir; dolayısıyla bu sınıfsal kesimler, kendi sınıfsal çıkarları uyarınca birtakım sınıfsal eylemlere (mesela ayaklanmalar ile devrimler) başvuramazlar.

Bu mide bulandırıcı sömürgeci-komplocu yöntemi sonuna kadar reddediyoruz. Arap işçi sınıfları ve halkları, bugün dünya devriminin en kahramanca mücadelelerini vermekte olan, en büyük fedakârlıkları gözü kapalı kabul ederek ayaklanmalara girişen ve devrimlerin barikatlarında yıllar boyunca çarpışmaktan gocunmayan en yiğit proleter bölüklerdendir. Dünya proletaryasının bu kahraman Arap bölüklerinin başardıklarına tanık olmak ve onlarla dayanışabilmek ise her devrimci için olsa olsa büyük bir gurur kaynağıdır.

Yorumlar kapalıdır.