Kitleler ve sosyalistler

2008 kapitalist krizinin ardından, dünyanın birçok ülkesindeki seferberliklere dönük analizlerimizde devrimci önderlik krizi tespitini yapmıştık. Türkiye de bu tespitten azade değil; 2013 yılında bunu deneyimledik. Keza, 19 Mart siyasi operasyonuyla başlayan Tek Adam rejimi karşıtı seferberlikler de bu alternatifsizliği şu ana kadar bir kez daha gösterdi.

Başta öğrenciler olmak üzere emekçiler, kadınlar, çiftçiler ve toplumun birçok kesimi demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak, geleceksizliği kabul etmemek ve arka planda ekonomik krizin yarattığı yoksullaşma ve yoksunlaşmayı reddetmek gibi saiklerle seferber oldu, olmayı da sürdürüyor.

Ancak temel eksik hâlâ aynı: Sosyalist hareket, birleşik bir mücadele programı etrafında kitlelerin önüne bir alternatif sunabilmiş değil. Hal böyle olunca da CHP, bu önderlik boşluğunu şu ana kadar doldurabilmiş bir konumda bulunuyor.

Bu alternatifin, bir birleşik cephenin şimdiye dek yaratılamamış olmasının birkaç nedeni mevcut. Bazılarını hızlıca sayalım: İşçi sınıfının düzen partilerinden bağımsız politikasına yapılan vurgunun neredeyse tedavülden kalkmış olması; ehvenişer anlayışından kopulamaması; kitleleri seferberliğe davet edecek bir eylem programı anlayışındansa, kendisini kitlelerin yerine koyan ikameci anlayışların hâlen kırılamamış olması… Tabii, bu kavrayışların yarattığı politik sonuçlar da oluyor.

Ehvenişer anlayışı, demokratik taleplerin ve ülkede siyasal demokrasinin tesisinin doğal muhatabının düzen muhalefeti olduğu algısını pekiştirirken hem rejimden kopuş tartışmasının üzerini örtüyor hem de toplumda kırılması gereken suni AKP-CHP ikiliğinin aşılmasını engelliyor. İşçi sınıfı, ekonomik krizin etkilerine karşı mücadele ederken; sendikalı olup örgütlenmeye, demokratik haklarına sahip çıkmaya çalışırken ya da yeri geldiğinde sendikal bürokrasiler üzerinde basınç oluşturmaya gayret ederken, sınıfın bağımsızlığı vurgusunun eksik bırakılması, seferberliklerin buluşmasının ve birleşmesinin önüne bariyer oluyor. İkamecilik ise doğrudan kitle seferberliğine ket vuruyor.

Peki bu anlayışlardan azade bir birleşik cephenin yaratılması mümkün değil mi? Bizce mümkün ve mümkün olmaktan da öte bir zorunluluk! Bu birleşik cephenin yolu ise devrimci politikadan geçiyor; reformizmden, ikamecilikten ya da sekterlikten değil.

Bahsettiğimiz devrimci politika en radikal söylemleri yükseltmekle ilişkili değil şüphesiz. Asıl mesele, kitlelerin verili talepleriyle, rejimden ve sömürü düzeninden kopuş hattını buluşturabilecek bir anlayışı oluşturabilmekten geçiyor. Bunun için de emeğimize ve demokratik haklarımıza dönük saldırılara karşı en acil talepleri birlikte yükselten bir eylem planına ihtiyacımız var. Kayyum siyasetini her alanda egemen kılmaya çalışan anlayışla emekçilere ekonomik yıkım yaşatan politikalar bir ve aynı adresten geliyor. Başta İmamoğlu ve Demirtaş olmak üzere tüm siyasi tutsakların serbest bırakılması; başta İBB olmak üzere görevden el çektirilen tüm seçilmişlerin derhal görevlerine iadesi; ücretlerin ve emekli aylıklarının derhal yoksulluk sınırı üzerine çıkarılması; kaynakların patronlar için değil emekçi halk için kullanılması; böylesi bir birleşik eylem planının en temel taleplerini oluşturuyor.

Böylesi bir eylem programıyla tüm emek örgütlerini ve sendikaları birleştirme hedefiyle hareket etmeliyiz. Böylece işçilerin, gençlerin, kadınların, toplumun seferber olan tüm kesimlerinin mücadelelerinin birleştirilebilmesi gerçek bir olasılık haline gelebilir. Yine bu mücadele programı yoluyla seferberliklerin sürekliliğinin sağlanması, seferberlik organlarının yaratılması gerçek bir tartışma zeminine kavuşur. Ve son olarak, bu eylem programı ışığında, düzen muhalefetinden bağımsız bir cephenin, bir devrimci önderliğin inşası bir seçenek haline gelebilir.

Önümüzde duran en acil görev bizce bu. Ve bu görev, tüm muhataplarını açıklıkla tartışmaya çağırıyor.

Yorumlar kapalıdır.