Mersin, işçi hareketi ve sol

26 Eylül 2022 tarihinde Mersin’in Mezitli ilçesine bağlı Tece mahallesindeki polisevine gerçekleştirilen saldırıda bir polis hayatını kaybederken, bir polis ve üç sivil de yaralandı. Bu saldırının ardından, HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve HDP, saldırı henüz hiçbir örgüt tarafından üstlenilmemişken, kınama mesajları yayımladı.

Demirtaş’ın saldırıyı kınayan mesajına ilk tepki veren isim, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Ancak Demirtaş’ın kınama mesajı, özellikle Kürt hareketi içinde bir tartışma başlattı. Saldırının PKK tarafından üstlenilmesinden sonra, PKK bir açıklama yayımladı ve Demirtaş’ı eleştirdi.

Kürt hareketinde yaşanan bloklaşma, bir silahlı-silahsız, gerillacı-demokratik, illegal-legal, dağda-mecliste mücadele ayrışması değil. Bu ayrışmayı politik ve programatik temelleri üzerinden değil, ancak yukarıda sıralanan ve ancak taktiksel olan biçimleri üzerinden okumak, ayrışmanın politik doğasını ve potansiyelini yanlış değerlendirmekle sonuçlanacaktır.

Söz konusu ayrışmanın üzerinde yükseldiği başlıca politik sorun şudur: Kürt hareketi mutlak bir rejim karşıtı pozisyona sahip olacak mı, yoksa rejimle pazarlık masasının da kurulmasının ihtimaller dahilinde sayıldığı pragmatik bir “tarafsızlık” pozisyonuna mı sahip olacak?

Mersin saldırısına gelince: Belirleyici olan, her eylemde olduğu üzere bu eylemde de eylemin sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap verip vermediği, işçilerin sosyalist devrim mücadelesine çekilmesinde olumlu bir etkiye sahip olup olmadığı ve nihai olarak devrimci önderlik krizinin çözümünde nasıl bir rol oynadığı sorunudur. Bu sınıfsal kıstaslar göz önüne alındığında, Mersin saldırısının bilançosu, açık ve keskin bir şekilde olumsuzdur.

Kandil, Mersin saldırısına dair yaptığı açıklamada, bu saldırının yapılmasına karar verilmesinin sebebinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kimyasal silah kullanması olduğunu söyledi. Kandil’in bu açıklamasının ardından Türk Tabipleri Birliği başkanı Şebnem Korur Fincancı, söz konusu iddialara dair açıklamada bulundu ve bu iddiaların soruşturulması gerektiğini ilan etti. Fincancı, bu beyanının ardından evine yapılan bir baskınla gözaltına alındı, ardından da “terör örgütü propagandası” yapmaktan tutuklandı. Bu siyasi bir karardır ve başkanlık rejiminin ifade özgürlüğünü tanımayan antidemokratik doğasının bir ifadesidir. Fincancı derhal serbest bırakılmalı, ifade özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Son olarak ekleyelim: Sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarını değil, kendi aygıtının ihtiyaçlarını merkeze alan bir politika dayatmacı ve ikameci bir politikadır; zira bu tip politikalar işçi sınıfı ile emekçi kitleleri, siyasal olarak silahsızlandırmakta ve onları atıllaştırmaktadır.

Biz diyoruz ki; Kürt halkınınkiler dahil bütün ulusal ve demokratik haklar tanınsın, bu haklar pazarlık konusu haline getirilmesin; işçi-emekçi kitlelerin en acil ve yakıcı özlemlerini ifade eden taleplerin etrafında en geniş sınıfsal eylem birliğini kuralım ve bunu, seçimlerde veya rejime karşı mücadelede patron partilerine yedeklenmeden yapalım.

Yorumlar kapalıdır.