TEKEL direnişi; Türkiye’nin yol ayrımı

TEKEL işçisinin mücadelesi kendiliğinden ve ekonomik kazanımları savunma temelinde başlamış olsa da, bugün kendi sınırlarını aşarak tüm işçi sınıfının ve toplumun diğer kesimlerinin çıkarlarını temsil eden bir düzeye ulaştı.

Zira böylece proletarya bir toplumsal dönüşüm dinamiği olarak görünür hale geliyor, önderliğini üstlendiği tüm kesimler açısından burjuvaziden bağımsızlaşma yolunda güvenilir bir alternatife dönüşüyor.

Sınıf sahneye çıkarken

TEKEL işçilerinin mücadelesi, aslında Türkiye’nin son 25 yılına damgasını vuran neoliberalizmin ve özelleştirme politikalarının bıraktığı enkazın bir sonucu.

4/C statüsüne karşı direnmekten başka yolu kalmayan Tekel işçileri, daha ilk andan Başbakan Erdoğan tarafından, “yattıkları yerden para kazanmak istemekle” suçlandı. Sermayenin kullanmakta olduğu bu pervasız dil ve saldırgan üslup bize, içinde bulunduğumuz yeni aşamada artık sınıf mücadelesinin şu ana dek sahip olduğu kısmi ve parçalı görünümü aşmasının kaçınılmaz olduğunu göstermekte.

Bundan böyle gündemi işçi sınıfının belirleyebilmesi ihtimali, egemen sınıflar cephesinde de bir tür safların sıklaştırılması sürecini beraberinde getiriyor. Bütün uğraş, geniş halk yığınlarının bu mücadelenin etrafında kenetlenmesini engellemek yönünde. Bunun en açık göstergesi, basın kuruluşlarının eylemlerin başından beri yaşananları bir tür insani trajediye, zavallılığa indirgemeye, magazinleştirmeye dönük yoğun çabası. Meselenin bir başka boyutu ise özelleştirme yanlısı politikaların başlıca destekçileri olarak, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarının temellerini atan ve bizzat TEKEL işçilerinin mağduriyetine yol açan CHP ve MHP’nin şimdi bu yükselişi arsızca sömürmeye, ehlileştirmeye dönük uğraşıları.

Öte yandan krizle birlikte patlak veren mücadelelerin bundan böyle salt kazanılmış hakları korumanın dar kalıplarına hapsedilemeyeceği de gün gibi ortada. Mücadeleyi bu dar kalıplara sıkıştırmak ve konfederasyonlarla pazarlık konusu haline getirmek tam da AKP hükümetinin istediği şey zaten. TEKEL direnişinin taşıdığı potansiyel ve zaaflar bu çerçevede açığa çıkacak.

Ünlü bahar eylemlilikleri ve Zonguldak işçi seferberliğinden bu yana, tüm burjuva hükümetlerin ortak çizgisi, sendikal bürokrasi ile gerçekleştirilen pazarlıklar üzerinden işçi sınıfını günlük çıkarlar temelinde oyalayıp, uzun vadeli stratejik hedefleri olan yeni liberal dönüşümü gerçekleştirmek, esnek ve güvencesiz çalışma ortamını yaratmak şeklinde özetlenebilir. Oysa belediye işçilerinin, itfaiye işçilerinin ve son olarak TEKEL seferberliğinin gösterdiği gibi bu politika işçi sınıfı ve sendikal mücadelenin geleceği açısından artık bir ölüm kalım savaşına dönüşmüş durumda.

O halde nereden başlamalı?

17 Ocak’ta Ankara’da gerçekleştirilen mitingde yükselen “Genel grev genel direniş” sloganı ve kitlesel irade Türk-İş yönetimini iyice köşeye sıkıştırdı. Kumlu yönetimi ise kamuoyuna mücadelenin politik karakter taşımadığına dair teminatlar vermekle meşgul. Türk-İş yönetiminin, 28 Ocak akşamı Başbakan ve hükümet yetkilileriyle gerçekleştirdiği pazarlıklarda kullandığı en önemli kart, genel grev kisvesi altında savsaklayıcı bir iş bırakma eylemi.

Gerçekçi olalım, TEKEL emekçilerinin, sendikal bürokrasinin manevralarını aşmayı olanaklı kılacak taban örgütlenmelerinden yoksun oluşu başlıca eksikliklerden biri. Mevcut koşullar ve işçi hareketinin verili bilinç ve örgütlülük düzeyi göz önünde bulundurulduğunda, TEKEL mücadelesinin AKP hükümetini alaşağı edecek bir dinamik yaratacağını ummak, erken ve yanılgıya açık bir değerlendirme olur. İşçi hareketinin bu koşullarla malul olmasına yol açan sendikal yapıların yeni bir kalkışmaya önayak olabileceklerini ummak ise saflıktır. Yine de gerçekçi olmak umutlu olmaya engel değil.

Öncelikli görev, ciddi ve kitlesel bir seferberlik için gerekli hazırlık ve alt yapının kurulmasını sağlamaktan geçiyor. Bu doğrultuda atılacak ilk adım, bir ulusal grev komitesi oluşturulması ve tüm konfederasyonları, sendikaları, işçi örgütlerini kapsayacak şekilde geliştirilmesidir. Doğal olarak mücadelenin genel greve kadar gidecek bir planının ve hazırlığının yapılması gerekiyor. Ayrıca bu hazırlık, tüm emekçileri kapsayacak bir talepler programı ile birleşmeli.

Mücadelenin bu evresinde merkezi sorun, 12 bin TEKEL işçisinin, kriz koşullarına, neoliberal yıkım politikalarına, güvencesiz ve esnek çalışma şartlarına karşı verdikleri savaşımın, dar kalıpları parçalayarak, milyonlarca işçi ve işsiz için bir çekim alanına dönüşüp dönüşemeyeceği. Mevcut saldırıları tek bir işyeri, işkolu ya da konfederasyon temelinde yanıtlayabilmek imkânsızlaşmış durumda. Şimdi her zamankinden çok mücadeleleri birleştirmeye ihtiyacımız var.

Yazan: İşçi Cephesi (29 Ocak 2010)

Yorumlar kapalıdır.