28 Şubat’ta ne olmuştu?

Kimilerine göre post-modern darbe, kimilerine göre ordunun görevini yerine getirmesi… Burjuva medya tarafından sulandırılarak Sincan’daki tanklardan ve cübbeli sakallı şeyhlerden ibaret gösterilen bir istikrarsızlık döneminin adıydı 28 Şubat süreci. Peki, Susurluk skandalını tozlu raflara kaldıran, Ergenekon’dan yargılanan pek çok kişinin rol aldığı, dünü bugüne bağlayan süreç nasıl gelişti?

“Refah” olmayan yıllar ve “irtica” söylemi

1990’lı yılların ortalarında burjuva siyasetin bölünmüşlüğü birbiri ardına koalisyon hükümetlerini getirdi. Bir yandan 12 Eylül 1980 darbesiyle parçalanan işçi sınıfının 80’lerin ortalarından itibaren başlayan yükselişi hızı kesmesine rağmen devam ediyordu, bir yandan burjuvazi yatırımlarını güvence altına alan bir hükümet arıyordu. Bu süreçte Erbakan’ın Refah Partisi (RP) 1995 seçimlerinde oyların yüzde 21’ini alarak mecliste 158 sandalye elde etti. Anayol hükümetinin gerekli güvenoyu çoğunluğunu sağlayamayıp dağılmasının ardından Erbakan, Tansu Çiller’in Doğru Yol Partisi ile koalisyon halinde Refahyol hükümetini kurdu.

Başbakan Erbakan’ın ilk dış gezisini İran’a yapması, Mısır, Libya ve Nijerya’yı kapsayan gezi düzenlemesi medyada ateşli yorumlara sebep oldu. Afganistan’daki Taliban hakkında çıkan haberler, tarikat şeyhlerine başbakanın verdiği yemek, şeriat isteyen Aczmendi’lerin lideri Müslüm Gündüz’ün, yakın zamanda cinsel taciz suçundan yargılanan, eski suikastçı ve Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in evinde Fadime Şahin’le basılması gibi daha pek çok olay “irtica” gündemini sürekli sıcak tuttu. Hemen her gün bir siyasi, patron, sendikacı veya devlet görevlisi “irtica” konulu demeçte bulunmaya başladı.

Refahyol hükümeti, 28 Şubat 1997 tarihli MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısında “irticaya karşı” alınan kararlarla1 uyarıldı. Böylece Erbakan’ın 18 Haziran 1997’deki istifasını getiren süreç başladı. Aynı zamanda bu tarih, döneme “28 Şubat” adını da vermiş oldu.

Asıl Korku: Serpilen “yeşil” sermaye

Küçük birikimleri hızla serpilip gelişen Anadolu’nun “yeşil” sermayesi, emperyalizmin gözetiminde yayılmacı politika izlemek isteyen geleneksel Türk burjuvazisi için ikinci plana atılmaya çalışılan küçük kardeşti. Nitekim 28 Şubat’ta alınan kararların ardından TÜSİAD, KESK, DİSK, TİSK ve Türk-İş kararları desteklediklerini açıklamışlardı. Refah Partisi’nin İsrail, ABD ve AB ile ilgili -elbette söylemde kalan- karşı çıkışları bile devlet bürokrasisini -dolayısıyla orduyu- ve “yeşil” olmayan burjuvaziyi rahatsız ediyordu. Fakat küçük kardeş gitgide büyüyordu: 7 Haziran 1997’de Genelkurmay Başkanlığı tarafından “İslami sermayenin finans ve eğitim stratejisi” başlıklı bir brifing verilerek bu sermayenin “gıdadan giyime, otomotivden sağlık sektörüne, pazarlama, inşaat, havacılık, sigorta, dekorasyon, bankacılık, turizm, temizlik, eğitim ve taşımacılığa kadar” tüm faaliyetleri örneklerle anlatıldı.2

Toplumda yaratılan korku ve yoğun askeri tehditlere fazla dayanamayan Refahyol hükümeti, 20 Mayıs’ta erken seçime gitme kararı aldı, 21 Mayıs’ta ise RP’ye kapatma davası açıldı.

Günümüz süreci

Geçmiş dönemin “geleneklerinden” kopup da gelen “yenilikçi” kadrolarıyla AKP, burjuvazinin iki kampı arasında tampon/uzlaşı aracı olmuş durumda. Bugün küçük kardeş “yeşil” sermaye, abisi olan Türk büyük burjuvazisiyle el ele, kukla AKP’yi dilediğince oynatıyor: AB, ABD ve İsrail ile ilişkiler tarihte hiç olmadığı kadar iyi, işçi düşmanı politikalar tam takır. Buna razı gelmeyen ve ellerindeki gücü git gide yitiren 28 Şubat gazisi pek çok bürokratik sima ise Ergenekon’dan yargılanıyor. İstikrarsızlık ortamında yürütülmeden örtbas edilen Susurluk davası, bir anlamda bugün devam ediyor.

Yazan: Salih Şimşek, 25 Şubat 2010

Yorumlar kapalıdır.