Takke düştü kel göründü: Kısa bir Rio raporu

2016 Rio Olimpiyatları rüzgâr gibi geçti. Ve Türkiye yine başarısız oldu. Türkiye’nin olimpiyatta başarılı olma ihtimalinin, Cuma akşamı Boğaziçi Köprüsü’nde trafikte kalma olasılığından daha düşük olduğunu bilenler için bu başarısızlık sürpriz olmadı.

Ama en azından bugüne kadar TRT, olimpiyatların coşkusunu ve ruhunu yansıtmayı başarabiliyordu. Ancak yayın haklarının sahibi olan sermaye kuruluşunun yüksek kar etme isteğine, TRT’nin acınacak durumu eklenince; Rio Olimpiyatlarını sağlıklı bir şekilde televizyondan seyretmek bile mümkün olmadı. Zaten “bu mektepler olmasa, maarifi ne güzel idare ederdik” zihniyetinin kurduğu bu düzenin Türkiye’yi bir olimpiyat ülkesi yapamayacağını biliyoruz.

Çünkü bilime ve emeğe dayanan uzun vadeli projelerle“ Tutya Yılmaz”, “Çağla Büyükakçay” ve “Viktoriya Zeynep Güneş” gibi genç sporcuların sayısını çoğaltmak yerine; her zamanki gibi Saray,  RİO’da kazanılacak madalyalar üzerinden siyasi rant elde etmeyi hedeflemiştir.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Takke düştü, kel göründü.

Bu esnada ise olimpiyatlara, Micheal Phelps ve Usain Bolt gibi iki efsane sporcu bir kez daha damga vurdu.

Havuzun asi çocuğu Micheal Phelps, Rio’da elde ettiği 5 altın, 1 gümüş madalya ile beraber toplam 28 madalyayla olimpiyat tarihinin en çok madalya kazanan sporcusu unvanını elde etti.

Rüzgârın oğlu Bolt da 100m, 200m ve 4×100 yarışlarını kazanarak üst üste üç olimpiyatta katıldığı tüm finallerde altın madalya alan ilk atlet oldu.

Rio bu iki efsanenin eşsiz performanslarıyla hafızalarımıza kazınırken; Kanadalı genç yüzücü Penny  Oleksiak’ın havuzların yeni kraliçesi olup olamayacağını,  Amerikalı Simone Biles’ın Nadia Comăneci efsanesine son verip veremeyeceğini ve benzeri soruların cevaplarını bulabilmek için 2020 Tokyo oyunlarını sabırsızlıkla bekleyeceğiz.

Ancak asıl meselenin kapitalizmin olimpiyatları, ödülü çokuluslu sponsor şirketlerin bol sıfırlı çekleri olan, sadece madalyaya ve de rekora odaklı vahşi rekabetten ibaret bir metaya dönüştürmesi olduğunu,  Rio Olimpiyatları bir kez daha göstermiştir.

Oysa bizim olimpiyatları sevmemizi sağlayan, 1936 Belin Olimpiyatlarında Hitler’e stadyumu terk ettiren efsane siyahi atlet Jesse Owens’ın duruşundaki ve de 1968 Meksika Oyunlarında  Tommie Smith ve John Carlos’un kalkan sol yumruklarındaki Asi ve Devrimci ruhtur.

Elbette o “RUH” bir gün geri dönecektir.

Yorumlar kapalıdır.