Emeğimiz, Kimliğimiz ve Bedenimizle direnmek!

Ev, işyeri, sokak yani yaşamın hemen her alanı şiddet doğuruyor kadın için. Ataerkil yapı, ekonomik, siyasi, dinsel ve kültürel güçlerden beslenerek kadına karşı konumlanışını en fazla şiddet yolu ile kurguluyor. Dünyada ve Türkiye’de her üç kadından biri hayatı boyunca en az bir kez erkeğin şiddetine maruz kalıyor.

Halihazırda ikincil bir konumda olduğu, çifte sömürüye maruz kaldığı, birçok haktan yoksun bırakıldığı koşullarda, kadın, şiddetin de ilk hedefi oluyor ve bu şiddet sonucunda, hem fiziksel hem zihinsel olarak daha çok örseleniyor.

Ataerkil kapitalist sistem ise bu örselemeye yalnızca göz yummakla kalmıyor; hem bunu meşru gösteriyor hem de devleti bu sistematik şiddetin bir ortağı kılıyor. Ataerkil-kapitalist ilişkiler, her gün yeniden üretilirlerken, eğitimden hukuka tüm mekanizmalarla, hayatlarımızı esir alıyorlar.

Sonucunda, bir kadın, yalnızca kadın olduğu için erkeğin uyguladığı şiddetle karşı karşıya kalıyor. Ve bu kadından, yalnızca kadın olduğu için bu şiddete göz yumması bekleniyor.

Namustur, kıskançlıktır, kızgınlıktır… “Erkektir yapar” diye geçiştiriliyor, “kadınsın görmezden gel” diye telkin ediliyor.

“Erkektir, yapmıştır” denerek açıktan destek veriliyor, “kadındır, hak etmiştir” denerek peşinen hükmediliyor.

Bu yüzden, bugün hâkimler halen haksız tahrik unsurlarını kadının aleyhine yorumluyor.

Bu yüzden, bugün kadınlar, en çok ‘en yakınlarındakilerden’ yani babalarından, ağabeylerinden, kocalarından, sevgililerinden şiddet görüyor. Öyle ki sadece kadının bir şekilde hayatında olduğu için o hayata hükmedebileceğini, hatta hükmetmesi gerektiğini sanan erkeklerle kuşatılıyor yaşamlarımız. Çünkü o erkeklerin zihinleri de böylesi bir erkeklik bilinci ile kuşatılıyor ve elbette devletin koruyucu yasaları ile kuşanıyor.

Sonucunda, kadını hedef almış şiddet ya da cinayetler ne münferit ne de tesadüf kalıyor.

Kadın, kimliğini, emeğini ve en önce bedenini savunmak, fiziksel varlığını sürdürmek için mücadele ediyor. Tabii, yine en fazla şiddeti siyasi mücadeleyi yürüttüğü sırada bizzat devlet eliyle baskı, taciz, tecavüz biçiminde deneyimliyor. Kadını hedef alan her türlü şiddet politik niteliğini fazlası ile açığa vuruyor. Erkeğin vurup, devletin koruduğu, hatta onun da bizzat vurduğu ataerkil-kapitalist yapı, şiddeti bir denetleme, sindirme, yok etme aracı olarak kullanıyor.

İşte 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü’nde kadınlar yine yıllardır görmezden gelinmeye çalışan bu gerçekliği anlatmaya çalıştılar. Emeklerine, kimliklerine ve bedenlerine sahip çıkarak direndiler. Erkek ve devlet şiddetinin gölgesinde, katledilen kadınları unutturmamak için suç aletlerini ifşa ettiler.

Şiddetli geçimsizlik nedeni ile ayrıldığı kocasına dönmeyi reddettiği için, kocası tarafından sokakta 37 yerinden bıçaklanarak öldürülen Ayşe; ya da eve geç geldiği için kocası tarafından öldürülen Asiye; boşanmak istediği için kocası tarafından sokak ortasında dövülen Şengül; sevgilisi tarafından öldürülen Gülay… Yalnızca geçtiğimiz Kasım ayında tanık olduklarımız… Ya olmadıklarımız, ya da çoktan unutturulmaya çalışılanlar?

Yazan: Cemre Sava (03 Aralık 2009)

Yorumlar kapalıdır.