8 Mart’ın 100. Yılında Yaşasın Kadınların Örgütlü Mücadelesi

Emeğimiz…

Kadın emeği niteliksizdir, kadın emeği vasıfsızdır, kadınlar ‘kadın işleri’nden anlar… Kadınlar geçici çalışır… Kadınlar yuvayı yapar, ve ancak gerektiğinde aile bütçesine destek olur… Nicesi ile sıralayabileceğimiz bu algı ne yalnızca erkek-egemen sistemden kaynaklanır, ne de yalnızca kapitalist sistemin sonucudur.

Kadının ezilmişliği sorunu sınıflı toplumlarla, dolayısıyla özel mülkiyetle iç içe geçmiş bir sorundur. Kadın ve erkek arasındaki cinsiyetçi işbölümü toplumsal üretimin ve dolayısıyla ilişkilerin örgütlenmesinin bir parçasıdır. Bu nedenle bugün erkek-egemen sistem ile kapitalist sistemin birbirine eklemlenmiş olduğunu söyleriz.

Erkek egemen kapitalist sistem, işçi sınıfı üzerinden sürdürdüğü emek sömürüsünde kadınları iki kat fazla mağdur eder. Kadın emeğini evde görünmez; piyasada ise ikincil kılar; böylece kadının erkeğe tâbiliğinin de maddi koşullarını yaratır. Evde kuşakların yeniden üretimini ve devamlılığını sağlayan kadın için birincil görevdir ev içinde harcadığı emek. Ama bu emek tam da onun kadın olmaktan gelen doğal sorumluluğu/görevi olarak görüldüğünden görünmezleştirilir; görünür olan yalnızca kadın bu sorumlulukları yerine getirmediğinde uğrayabildiği şiddetin bedenindeki izleridir. Diğer yandan, erkek egemen kapitalist sistemin biçimlendirdiği aile yapısı içinde egemen olan bu cinsiyetçi işbölümünün sonucu olarak kadının emeği piyasada da ucuz emek olarak kullanılır.

Bedenimiz…

Erkek-egemen sistemin emeğimiz üzerinde kurduğu kontrol, bedenimizle sürer.

2009’un sadece ilk 7 ayında 953 kadın cinayeti işlenmiştir. Yani 953 kadın, yalnızca kadın oldukları için, bedenleri üzerinde hak gören ve büyük çoğunluğu babaları, ağabeyleri, sevgilileri, kocaları yani sevdikleri olan erkekler tarafından öldürülmüştür.

Kıskanıldıkları için… Boşanmak istedikleri için… Erkeğin ‘namus’u oldukları için öldürülmüşlerdir…

Buna karşın ise, mahkemeler çoğunlukla “haksız tahrik” kararı vererek, ceza indirimine gitmişlerdir.

Görüldüğü gibi, kadın olduğu için öldürülenlerin ve erkek olduğu için o kadın bedeninde hak iddia edenlerin üzerine kurulu bir sistemdir erkek egemen sistem… Ve başta yargı olmak üzere tüm bileşenleri ile kadına yönelik sistematik şiddeti örgütler. Bu yüzden bu erkek ve devlet şiddeti aynı zamanda politiktir de. Bedenlerimiz bu politik şiddetle tahakküm altına alınmaya çalışılır.

Diğer yandan, öldürmedikleri noktada tacizle hayatlarımızı sınırlarlar. Bedenlerimizi kendileri için giydirip kendileri için soyarlar.

Kimliğimiz…

Emeğimiz ve bedenimizi tahakküm altına alarak yok etmeye çalıştıkları bunu yapamadıkça da aşağıladıkları ise kimliğimizdir. Kadın bir kadın olarak yoktur, varsa da yalnızca pornografik bir metadır. Öte yandan, ancak analar ve bacılar vardır… Kadın olarak ne kadar aşağılanırsak, erkeklerin anaları ve bacıları olarak o derece kutsanırız.

Toplumsal olarak oluşturulan bir kadınlığın rolleridir üstümüze giydirilen. Sistemin ve toplumsal olarak oluşturulan bir egemen erkekliğin çıkarına birer kadın oluruz… Bundan sonrasında biçilmiş ve dikilmiş bir kadın olarak yapmamız gerekenler ve yapmamamız gerekenler vardır…

Emeğimizin ve bedenimizin bizim olmaması gibi, kimliğimiz de bizim değildir…

Bizim!

Ancak bizler bu koşullara rıza göstermedik ve göstermeyeceğiz. Bu nedenle yüzyılı aşkın zamandır emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz için erkek egemen kapitalist sisteme karşı mücadele vermekteyiz. Tarihe yayılmış, eşdeğer işe eşit ücret mücadelesi de, kürtaj hakkı mücadelesi de, oy hakkı mücadelesi de, hepsi bu mücadelenin bir bileşenidir.

Ve 8 Mart bu mücadelenin bir sembolüdür. Kadının özgürleşmesi mücadelesinin kadının örgütlenmesi ile mümkün olduğunu anlatır tüm 8 Martlar… Çünkü o günün arkasında ortak bir bellek vardır. Kadınların mücadelelerinin gücü ve önemine dair bir bellek… Amerika’dan Avrupa’ya fabrika önlerinde, meydanlarda şekillenen bir bellek.

Ve bu bellek 1910’da 2. Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak kabulünden bu yana geçen 100 yılda sürekli yeniden örülmeye devam etmiştir. Amerika’dan Avrupa’dan Ortadoğu’ya Uzakdoğu’ya Afrika’ya kadınların çeşitlenen talepleriyle ortak bir mücadelenin sembolüdür 8 Mart…

Kadınız, örgütlüyüz, örgütlüysek güçlüyüz dediğimiz gündür.

Yoksulluğa, işsizliğe, sömürüye, baskıya, şiddete hayır dediğimiz gündür…

Kadınların özgürleşme mücadelesi için yürüdüğü gündür…

Bu nedenle 8 Mart’ın 100. yılında da alanları “Emeğimiz, Bedenimiz ve Kimliğimiz Bizim” diyerek dolduracağız…

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

Yazan: İşçi Cephesi, 4 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.