İşçilerin mücadelesi Yunanistan sınavında

Yunanistan, sosyalist hükümet tarafından yürürlüğe sokulan son derece sert ekonomik tedbirler karşısında, iki aydan az bir süre zarfında gerçekleştirilen üç genel grevle sarsıldı. Şimdi bir yandan Avrupa ve Yunan burjuvazisi kendi yarattıkları derin krizin bedelini emekçi yığınlara ödetmeye çalışırken, işçi sınıfı ve gençliğin bu korkunç saldırıyı püskürtmeye çalıştığı Yunanistan, Avrupa’nın en ateşli mücadele alanlarından birine dönüşmüş durumda.

Önce tüm ülkeyi yağmalayarak ekonomik bir uçurumun eşiğine getirdiler ve şimdiyse emekçi yığınları daha büyük bir yoksulluk, işsizlik ve ekonomik ve sosyal hak kayıplarına taşıyacak katı tedbirleri dayatıyorlar.

Bugün Yunanistan, Avrupa emperyalizminin en zayıf halkasıdır. Ülkenin kamu borçları, gayrı safi milli hâsılasının yüzde 12,7’sini oluşturuyor ki bu rakam Avrupa Birliği (AB) normlarınca öngörülen seviyenin dört katına tekabül etmekte; öte yandan ülkenin gayrı safi milli hâsılasının yüzde 112’sini oluşturan 300 milyar Avro’yu aşkın toplam borç stokunun 2013 yılında yüzde 130 oranına yükselmesi bekleniyor. Yunanistan, 2009 yılında gayrı safi milli hâsılasında yüzde 1,6 oranında bir küçülme yaşadı ve sanayi üretimi yüzde 24,5 oranında düşüş gösterdi. Aktif nüfustaki işsizlik oranı geçtiğimiz yıl içinde yüzde 7,8’den yüzde 10,6’ya çıktı; bizzat çalışma bakanlığının açıklamaları, krizin, 11 milyon nüfuslu bu ülkede kısa bir süre sonra 1 milyon işsiz daha yaratarak bu oranı yüzde 20’ler düzeyine yükselteceğini ortaya koyuyor.

Bu korkunç rakamlarla ülkenin, Fransa ve Almanya önderliğindeki AB’ye olan borçlarının faizini bile ödemekten aciz olduğu ortaya çıktığı an, Yunanistan’ın iflastan kurtarılması için hükümete korkunç şartlar dayatılmaya başlandı, zira Yunanistan’ın borçlarının neredeyse yüzde 80’i İngiliz, Fransız ve Alman özel bankalarına…

Yeni seçilmiş PASOK hükümetinin sosyalist Başbakanı Georgios Papandreu, kamu çalışanlarının maaşında yüzde 5 oranında kesintiye gidilmesini (bu kesinti düşük ücretlere denge getiren ikramiyelerde yüzde 12 oranında uygulanacak), emeklilik yaşının 2015 yılına dek 63’ten 67 yaşına çekilmesini, emeklilik maaşlarında kesintiye gidilmesini, katma değer vergisinin yüzde 19’dan yüzde 21’e yükseltilmesini, alkol, tütün ve benzin gibi kitlesel tüketim mallarına yeni doğrudan vergiler uygulanmasını kararlaştırdı. Bu adımlarla hükümet 4,8 milyar Avro’luk bir kaynak yaratmayı ve yıl içinde toplam borcu gayrı safi hâsılanın yüzde 8,7’sine çekerek borç ödemesini sürdürülebilir hale getirmeyi planlıyor. Ne var ki, bu plan yüksek oranda uygulanamaz görünmekte. Tek bir örnek bile ne demek istediğimizi açıklamaya yetecektir: Yunan Acropolis borsa şirketinin 2007 yılında emeklilik fonlarında yaptığı sahtecilik nedeniyle Uluslararası Mahkeme’nin bu şirkete kestiği para cezası bile tek başına 5,5 milyar Avro tutmaktadır. Ayrıca ekonomistler, 2010 yılı içinde ülke gayrı safi milli hâsılasında yüzde 5 oranında yeni bir düşüş öngörmekteler. Yunan hükümetinin ve AB emperyalizminin Yunan halkına yönelik saldırısının yalnızca bir başlangıç olduğu ortada.

Yağmanın kökenleri

Yunanistan’daki bir önceki hükümeti oluşturan Konstantin Karamanlis’in muhafazakâr Yeni Demokrasi partisinin, Yunan ekonomisi ve borçlarıyla ilgili resmî rakamlarda yaptığı sahtekârlık ortaya çıktığında büyük bir skandal patlak verdi. Ne var ki, söz konusu rakamlarla ilgili ilk sahteciliği 90’lı yılların sonunda PASOK hükümeti gerçekleştirmişti; o dönemde başbakanlık görevindeki sosyalist Costas Simitis, Avrupa kriterlerini “tutturmak için” istatistiklerle oynamıştı. AB’nin büyük güçleri, bu sahtekârlıktan haberdar olmalarına karşın ses çıkartmadılar. Zira o günkü öncelik, tüm ekonomiyi özelleştirerek ve ülke pazarlarını Alman ve Fransız ihracatına açarak Yunanistan’ı Avrupa emperyalist cephesinde tutmaktı.

Yunanistan’a akan Avrupa fonları ucuz kredi olarak Yunanistan burjuvazisinin güçlü kasalarına aktarıldı ve ülkeyi bir spekülasyon ve yağma cennetine çevirdi. Tarım imha olurken, (1984 yılında gayrı safi hâsılanın yüzde 13,5’ini tarım faaliyetleri oluştururken bu oran 2004 yılında yüzde 6,4 seviyelerine düşmüştü) sanayi yok olmaya yüz tuttu (sanayi faaliyeti 1984 yılında GSMH’nın yüzde 30,3 düzeyinden, 2004 yılında yüzde 23,8’e düştü). Hizmet sektörü, özellikle de turizm 1984 yılındaki yüzde 56’lık orandan 2004 yılına gelindiğinde yüzde 70 düzeyine sıçramıştı. Öyle ki, bir yandan Yunan ekonomisinin üretici sektörleri adım adım yok olmaya yüz tutarken, ülke dünya turizminin açık plajı haline dönüştü. Çokuluslu şirketler, özellikle Fransız ve Alman şirketleri Yunan ekonomisini işgale baladılar ve telefon ve enerji ağlarını, taşımacılık hizmetlerini vs. denetimleri altına aldılar.

Avrupa’dan Yunanistan’a akan fonlar, hükümet aracılığıyla ucuz krediler biçiminde Yunan burjuvazisinin kasalarına dolarken, bankalar ülke ekonomisini spekülasyon ve yağma cennetine dönüştürdüler. Devletten sıfır faizle kredi alan bankalar bu paralarla daha sonra, yüzde 6 faizli devlet bonolarını satın aldılar. Bu tip ucuz “kârlarla” güçlenen finans sektörü Türkiye’de ve Doğu Avrupa ülkeleri finans sektörlerinde yatırımlara giriştiler; ne var ki, Litvanya ve Ukrayna gibi ülkeler ekonomik kriz sonucunda iflasın eşiğine sürüklenince Yunan bankalarının kazancı da birden bire ciddi bir düşüşe girdi. 2009’da Karamanlis hükümeti bankalara 28 milyar Avro düzeyinde yardım paketi çıkararak özel bankaların borcunu devlet borcu haline dönüştürdü. Yunan hükümetinin sağladığı bu garanti aracılığıyla bankalar, Avrupa Merkez Bankası’ndan (AMB) yüzde 1 faizle kredi aldılar ve bu kredilerle daha sonra yüzde 4 faizli Yunan devlet bonolarını satın alarak yağmayı sürdürdüler. Yağma o denli skandal yaratıcı boyutlara ulaştı ki, AMB direktörü Jean-Claude Trichet Yunan bankalarına açılan kredilerin durdurulacağını duyurdu.

Avrupa emperyalizminin zayıf halkası

Ama Yunan ekonomisini yağmalayan ve borçlandıran yalnızca Yunan bankaları değil. Zira Yunan hükümetinin çıkardığı devlet tahvillerinin ancak yüzde 30 kadarı Yunanlıların elinde; borçların büyük bölümü ise Alman ve Fransız bankalarına… Tam da bu nedenle, Papandreu hükümeti ülkesinin dış borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu ilan ettiğinde, Merkel ve Sarkozy derhal onunla bir dizi toplantı düzenleyerek Yunan işçilerine uygulanacak kemer sıkma politikalarını dayatmışlardır. Şimdilik Avrupa Birliği, Yunan hükümetine doğrudan bir yardım yapmayı düşünmemekte, Avrupa bankalarını kurtarabilmek için işçi hareketini ezmekle yükümlü sosyalist hükümetle “politik dayanışma” içine girmekle yetinmekte. Société Générale’in Avrupa ekonomistlerinden Klaus Baader’in deyişiyle, “Yunan krizi sadece Yunanistan’ın değil, tüm Avrupa banka sektörünün sorunudur. Birlik maliye bakanlarının soruna gösterdiği ilgi buradan kaynaklanmaktadır”.

Öte yandan, Atlantik’in karşı yakasındaki spekülatörler de Yunan ekonomisi üzerinde işlemler yapmaktalar. Soros Fund Management, SAC Capital Advisers gibi yatırım fonları ya da ünlü Goldman Sachs tip bankalar geçen yılın sonlarından beri yoğun bir biçimde Avro ve Yunan ekonomisi üzerinde spekülasyona girişmiş durumdalar. Ellerindeki çok büyük fonlar sayesinde ve birlikte gerçekleştirdikleri bir dizi işlem aracılığıyla Avro’nun değerini düşürüp kaslarını şişirmişler ve Yunan hükümetini, borçlarını ödeyebilmek adına çıkardığı yeni devlet tahvilleri için vereceği faiz oranını arttırmak zorunda bırakmışlardır.

Yunanistan’ı sarsmakta olan kriz o denli şiddetlidir ki, Yunan burjuvazisi ile Avrupalı emperyalistler arasında sürtüşmelere yol açmıştır. Yunan bankaları AB’nin Yunan hükümetine doğrudan para yardımı yapmasını, hükümetin de bu paraları bankalara aktarıp her şeyi eskisi gibi sürdürmesini istemekteler; buna karşılık özellikle Merkel ve Sarkozy, PASOK hükümetinin dış borçlarını ödeyebilmek için halka karşı şiddetli bir kemer sıkma politikaları uygulamasını talep etmekteler. Tartışma öyle bir noktaya vardı ki, Olympic Airlines’ın yanı sıra bir dizi bankanın, özel hastanenin, vs. sahibi Marfin International Group’un bir temsilcisi, Yunanistan’ın bir süreliğine Avro’dan ayrılması seçeneğini bile gündeme getirdi.

Öte yandan diğer burjuva kesimler, yardım için IMF’ye başvurulmasından söz etmekteler. Kuşkusuz IMF bu tip bir yardım durumunda acımasız koşullar ileri sürecektir ve bu, borç veren bankaların işine yarayacaktır. Ancak IMF’nin Avro alanına girmesi Avrupa parasının ve Avrupa Merkez Bankası’nın zayıflığına delalet edeceğinden, AB liderleri bugünlerde üye ülkeler üzerinde aynı denetim yetkilerine sahip bir Avrupa Para Fonu’nun kurulması projesi geliştirmeye yönelmişlerdir.
Bu arada Avrupa Komisyonu ve AMB Atina’ya, ülke muhasebesinin gerçek durumunu öğrenmek üzere Yunan devletinin kamu hesaplarını denetleyecek teknik ekipler yollamışlardır. Avro İmparatorluğu Yunanistan’a 21. yüzyıl Avrupa’sının “hasta adamı” muamelesi yapmaktadır.

Mücadele sürüyor

Papandreu hükümeti Şubat başlarında, kamu harcamalarında yüzde 10’luk kısıtlamaya yönelik ilk planlarını uygulamaya koyduğunda, işçiler buna derhal yanıt verdiler. 10 Şubat’ta Memur Federasyonu (ADEDY, 375 bin üyeli kamu emekçileri sendikası, PASOK yanlısı) kamu işçilerini bir günlük greve çağırdı; yüzde 85 oranında bir katılımın gerçekleştiği grev sonucunda kamu hizmetlerinin büyük bir bölümü durdu. Sivil havacılık ve yer kontrol görevlileri de greve katıldılar. Büyük kentlerdeki gündelik faaliyetler kesintiye uğradı ve hükümetin planlarına karşı gösteriler düzenlendi. Ertesi gün taksi şoförleri bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler.

İki hafta sonra, 24 Şubat’ta, ADEDY, GSEE (Yunan Genel İş Konfederasyonu, özel sektörde örgütlü yaklaşık bir milyon üyeli, sosyalist eğilimli sendika) ve PAME’nin (Yunan Komünist Partisi KKE’nin GSEE içindeki akımı) çağrısı üzerine işçi sınıfı ikinci kez genel greve çıktı. Katılım yüzde 80 dolayında gerçekleşti. Tersanelerde ve rafinerilerde bu oran yüzde 100’e ulaştı. Bankalar, okullar ve üniversiteler, devlet daireleri, postaneler, trenler ve elektrik işletmeleri tamamen faaliyetlerini durdurdular. Adalar arasındaki vapur seferleri ile ülke içi ve dışı uçak seferleri durdu, dükkânların büyük bölümü kepenk indirdi. Sendikalar büyük kentlerin sokaklarında gösteriler ve yürüyüşler düzenlediler; Atina’da iki ayrı yerde 50 bin gösterici, “Krizi zenginler ödesin” ve “Halk piyasalardan daha önemlidir” sloganları attı. GSEE Genel Sekreteri Gianis Panagopulos, grevin amacının hükümetin ilan ettiği kemer sıkma planlarının iptal edilmesi olduğunu dile getirdi.

5 Mart’ta Yunan parlamentosu hükümetin kriz planını onayladığında (vergilerin yükseltilmesi, kamu harcamalarının kısıtlanması, emekli maaşlarının dondurulması ve kamu işçilerinin ücretlerinin düşürülmesi) ve bu arada Papandreu, Merkel ile görüşmek üzere Almanya’ya uçtuğunda, işçiler yeniden genel greve çıktılar. Tüm kentlerdeki kara ve hava taşımacılığı hizmetleri durdu, okullar ve devlet daireleri kapandı. Tren işçileri, öğretmenler ve hatta polisler bile kamu sektöründeki sendikaların örgütlediği sokak gösterilerine katıldılar. Göstericiler AB bayrakları yaktılar, bazı gençlik grupları bankaları taş yağmuruna tuttular.

11 Mart’ta ise kamu ve özel sektörlerde örgütlü sendikalar, krize ve hükümetin planlarına karşı bir kez daha genel grev çağırısı yaptılar. Yüzde 90 oranında bir katılımla gerçekleşen genel grev, havalimanlarını, okulları, üniversiteleri, taşımacılık sektörünü, devlet dairelerini felce uğrattı; banka görevlileri, itfaiyeciler ve gazeteciler de greve katıldı. PAME’nin çağrısı üzerine sabahleyin sokaklarda toplanan binlerce gösterici, “Kapitalistlerin savaşı, işçi sınıfının cevabı”, “Krizin faturasını plütokratlar ödesin”, “Halk düşmanı tedbirlere hayır” sloganlarıyla yürüdü. GSEE ve ADEDY’nin öğleden sonra düzenledikleri ikinci ve daha kalabalık (Atina’da 20 binin üzerinde) gösteride, göstericiler ile polis arasında çatışmalar oldu; polis bankaları taşlayan gençlik gruplarına karşı göz yaşartıcı bombalar kullandı. Parlamento önünde süren çatışmalarda yaralananlar ve tutuklananlar oldu.

Bugün Yunanistan’da işçiler ve ekonomik yıkıma uğrayan orta sınıflar arasında AB’ye yönelik eleştiriler yoğunlaşmakta, onu Yunan halkına karşı emperyalist bir araç olarak niteleyenlerin sayısı çoğalmaktadır. Yunan hükümeti ve sağcı akımlar, AB’yi Yunanistan’ın krizden çıkabilmesi için ihtiyaç duyduğu doğrudan yardımı yapmamakla suçlayarak bu tepkileri kullanmaya yöneliyor olsalar da, emekçi yığınlar arasındaki AB aleyhtarlığının olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. Hükümet ve sağcı akımlar bu söylemleriyle kitlelerin bilincini bizzat kendi uyguladıkları kemer sıkma politikalarından saptırma gayreti içindedirler; ayrıca, bu yolla AB üzerinde onun Yunan burjuvazisine karşı “daha cömert” ve daha az talepkar olması için baskı kurmaya çalışmaktadırlar. Başbakan yardımcısı Teodoros Pangalos, BBC ile yaptığı bir röportajda, “Almanya’nın Atina’yı eleştirme hakkı yoktur, zira Nazi işgali sırasında bizzat o Yunan ekonomisini yıkıma uğrattı ve yüz binlerce insanı öldürdü” gibi sözler sarf etmiştir. Bu tip söylemler faşist ve ırkçı akımları güçlendirebilir ve kitlelerin antiemperyalist duyarlılığını saptırabilir. Sol akımlar, emekçi temelli bir çözüme yönelik somut hedefler ve taleplerle, burjuvazinin bu demagojisine yanıt verebilmelidir: Sermayenin Avrupa’sı olan Avrupa Birliği’ne hayır; işçilerin ve halkların Avrupa’sı için mücadeleye!

Yunan emekçileriyle elele

Yunan işçi sınıfı ve gençliği, ülkeyi yıkıma uğratan krize ve hükümetin ve AB’nin tümüyle kapitalist uygulamalarına karşı sınıf yöntemleri uygulayarak örnek bir mücadele içine girmişlerdir. Bu anlamda Yunanistan, krizin faturasını emekçilere ödetmeye çalışan hükümetlerin saldırısına karşı halk direnişi ile bankaları ve çokuluslu şirketleri kurtarmak için kitleleri cezalandırmaya yönelen emperyalist kararlılık arasındaki mücadelenin Avrupa düzeyindeki sahnesi haline dönüşmüş durumdadır.

Egemen sınıflar Yunan işçi sınıfının verdiği yanıtı Avrupa işçi sınıfından yalıtma gayreti içindedir. Bu anlamda burjuvazinin yapmaya çalıştığı, tek tek işletmelerde uygulanan politikanın benzeridir; her mücadele odağını diğerlerinden yalıtarak bu mücadelelerin genelleşmesini ve birleşmesini engellemeye gayret etmektedirler. Patronlar, hükümetler ve AB, işçi düşmanlığı konusunda birlik içindedirler; işçiler olarak ise bizim de sınıfımızın enternasyonal bir cephesine ihtiyacımız vardır. Bütün ülkelerde hükümetler, kendi durumlarının Yunanistan’dakine benzemediğini, bu yüzden orada olup bitenlerin kendi ülkelerindeki işçilerin durumuyla ilgili olmadığını anlatma çabası içindedir. Avrupa çapındaki sendikalar ile ülkelerdeki sendika bürokrasileri de hükümetlere bu doğrultuda yardımcı olmaktadır. Ama gerçek bu değildir; kemer sıkma politikaları Yunanistan’da etkin bir biçimde uygulanabilirse, bu önlemler AB üyesi olsun veya olmasın diğer ülke işçileri üzerinde de daha büyük bir şiddetle uygulanacaktır.

Bu nedenle Uluslararası Birlik Komitesi (UBK) olarak, haklı taleplerinde Yunan işçilerini ve gençliğini tümüyle destekliyoruz ve mücadelelerin Avrupa çapında birleştirilmesi çağrısında bulunuyoruz.

– Bankalara ve spekülatörlere borç ödemesine hayır!

– Ücretlerin ve emekli maaşlarının dondurulmasına, kamu hizmetlerinde kısıntı yapılmasına hayır!

– Bankalar millileştirilsin!

– Yunan ekonomisinin can damarı olan tüm özel işletmeler ve sektörler millileştirilsin!

– İşçi ve emekçi hükümeti için ileri!

– Avrupa düzeyindeki tüm mücadeleler arasında dayanışma ve eşgüdüm için ileri!

Yazan: Uluslararası Birlik Komitesi (UBK), 18 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.