Söyleyecek sözümüz, dönüştürecek gücümüz var

AKP’nin kadın-erkek eşitliğinden ne anladığını belki de en iyi Sosyal Güvenlik Yasası anlatıyor. Hatırlayalım, bu yasayla kadınların ödemek zorunda olduğu emeklilik prim günleri erkeklerinkine eşitlenmiş, üniversite kazanamayan kadınlar sigortalı bir iş bulamazlarsa, sağlık haklarından yararlanmak için evliliğe mahkûm edilmişti. Biz biliyoruz ki, emekli olmak için erkeklerle aynı gün prim ödemek, kadının evde harcadığı emeğin, yıpranma payının yok sayılması anlamına geliyor. Sağlık hizmeti alabilmek içinse evlenme zorunluluğu kadınları erkeklere mahkûm ediyor. Birbirine eşit olmayan iki cins arasındaki bu sözde “eşitlik” kurma çabası, elbette ki kadınların aleyhine sonuçlar doğuruyor.

Bu ikiyüzlü eşitlik anlayışının bir başka yüzü de geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasıyla gözler önüne serildi. Kadınların, bir erkekle cinsel ilişkiye ve evlenmeye gerek duymaksızın, anne olmalarını sağlayan, ‘sperm bankası yöntemi’ ile hamile kalmaları yasaklanmıştı ve bu yöntemle hamile kalan kadınlara hapis cezaları öngörülüyordu. Nasıl bir zihniyet kadının kendi bedeni üzerinde bir karar almasını hele ki Türkiye’de böyle bir yöntem dahi yokken cezalandırmaya kalkışabilir? Kararın gerekçesi Türk soyunu korumakmış! Bu ‘yabancı erkek sperm’lerinden hamile kalacak anne ve doğacak çocuklar Türklük için nasıl da büyük bir tehdit oluşturabiliyor? Hem de Türk olmayan kadınlarla evlenen Türk erkekleri ayakta alkışlanırken! Kendi bedenimiz üzerinde bile söz hakkına sahip olamamak elbette erkek egemenliğinin bir sonucu. Söyleyecek sözümüz olmadıkça, söz söylemek için bir araya gelmedikçe bu politikaların bir sonucu olarak, üzerimizdeki denetim ve sömürü daha da güçleniyor.

Adıyaman TEKEL işçisi Fatma Altan’a kulak verelim. “Yıllarca hem işte erkek gibi çalıştık, hem de evde kadınlık görevlerimizi yaptık. İşyerinde hep ağır işler kadınlara yaptırılırdı. Üretim esas olarak kadınların elindeydi. Ancak bizim fabrika haziranda kapanacak olmasına rağmen 130 tane kadın işçi ile sonradan gelen 20 erkek işçi şimdiden çıkarıldı…”

TEKEL işçisi bir kadın olarak Fatma’nın vurguladığı gibi; iş koşullarına gelince ‘erkek’ gibi olmamız istenip, işten çıkarmalarda ‘kadın’ olduğumuz hatırlatılıyor. Konu yıpranma payımıza, emeklilik yaşımıza gelince erkeklerle eşit olduğumuz, ev işlerine gelince de ‘kadınlık görevlerimiz’in olduğu söyleniyor. Üstelik bu ‘kadının’, çocuk doğurup doğurmamasına, ne şekilde doğuracağına dair söz hakkı bile olmasın isteniyor! İşte erkek, evde kadın gibi çalış, üç çocuğunu yap, kendin büyüt!

Kadın olarak doğmamız sistemin yarattığı bu kadere razı olacağımız anlamına gelmiyor. Erkek egemen kapitalizmin, kadını güvencesizliğe ve erkeğe mahkûm eden politikalarına karşı durmak, kadınlar olarak emeğimize, bedenimize ve kimliğimize sahip çıktığımızı göstermek için mücadele etmemiz gerekiyor. En başta, bu ezilmişliği ve sömürüyü yaratan düzene karşı.Tam da bu yüzden biz kadınlar için 1 Mayıs’ta alanlarda, ‘söyleyecek sözümüz var’ demek, ve taleplerimizi kadın-erkek omuz omuza haykırmak bir kez daha büyük anlam kazanıyor. Evde ve işte kendi başımıza verdiğimiz mücadeleyi, hep birlikte, sömürünün ve cinsiyetçi ideolojinin hâkim olduğu bir dünyaya karşı verilen mücadeleye dönüştürelim.

Yazan: Dicle Nadin, 27 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.