Tabiat ve biyolojik çeşitliliği korumak üzerine

Dünyada ve Türkiye’de artan doğa talanı bir yanda telafisi olmayan kayıplara yol açarken, bir yandan da kapitalist gıda ve ilaç tekelleri için bu yıkım üzerinden büyüme şansı oluşturuyor. Şu günlerde meclisin onayını bekleyen “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” da tam bu tablo içerisinde kapitalist yıkıma temel oluşturma niyetinde.

Kâr miktarını arttırmak zorunda olan kapitalistler hazır gündemde çevre sorunları varken bundan faydalanmaya çalışıyorlar. Diyorlar ki: “Devlet bu sorun ile ilgilenemiyor. Ama biz ilgilenebiliriz. Biz tohum üretimini daha ucuza getirecek araştırmalar yapalım. Yalnız bunun için ender bulunan doğal özelliklere sahip olan bölgelerin kullanımını bize açın. Bunun dışında araştırmalarımız için bize ödenek ayırın. Biz her tohumu koruyabiliriz. Tabii bunun için de bu tohumu başkasının üretememesini, sadece benden satın almasını isterim. Bu tohumlar ekildikten sonra tekrar tohum vermeyecek. Bu süreç içerisinde sen devlet olarak benim için çıkardığın yeni yasalar, tüzükler ve yönetmelikler ile bu soruna baş koymuş gibi görüneceksin. Biz de doğa ve emek sömürüsünü arttırarak daha da zengin olacağız. Karşı gelmek isteyen işçi ve emekçileri ise hiç düşünme, zaten açlıktan ölmüş olacaklar!”

Yasa tasarısı neyi değiştiriyor, neyi koruyor?

Bugüne kadar “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” tabiatın korunma ve geliştirilmesine dair olan kanunları kapsamakta idi. Bugün ise yeni kanun tasarısına göre, “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” içerisindeki tabiat varlıklarına dair olan tüm betimlemeler çıkartılıyor ve bu konuya dair ayrı bir yasa hazırlanmış oluyor. Bu doğrultuda şimdiye değin “doğal sit alanı” statüsünde korunmaya alınan tabiat alanları yeni tanımlanmış “korunan alan” statüsü uyarınca sınıflandırılarak “dokunulmazlıkları” kaldırılacak.

Tasarının ilk handikabı şu, “korunan alan” statüsünde olmayan bölge her türlü talana açık kalmakta. Bunun dışında “korunan alan” olarak adlandırılan alanların korunma biçimi ise ayrı bir felaketi içeriyor.

“Korunan alan” ile ilgili olarak bakanlığa “her tür ve ölçekteki planları yapmak, yaptırmak ve onaylamak,” görevi yükleniyor. Bu sayede de doğal sit alanları kapitalist projelere açılıp talan ediliyor ve mülkiyet hala devlete ait olduğu için, projenin tüm riski kamuya yükleniyor.

Dahası da var, nesli tehlikede olan tür ve tohumların ticaretinin yasağı da kaldırılarak, “izne tabi” kılınıyor. Ve bu korunan alanların, 29 yıllığına kiralanabilmesinin önünü açıyor. Bu alanların denetimi için ise, yeni bir sertifika ve sınav türü icat edilerek yepyeni bir sömürü alanı açılmış oluyor.

Tehlikedeki türlere zarar vermenin bedeli ise komik para cezaları olarak belirleniyor.

Tüm bunların uygulanabilmesi için ise “ilgili taraf ile sürekli bir iş birliği gerekli görülüyor. Ancak ilgili taraf denilen kesim ise hiçbir koşulda tehlike altında olan işçi ve emekçiler değil, örgütlü burjuva kurumları ve tekelleri oluyor.

Sonuç yerine

Eldeki yasa tasarısı ile beraber, Türkiye kapitalizmi dünyaya ayak uydurarak doğanın tahribatına hız verme ve bunun üzerinden emek sömürüsünü yoğunlaştırma işine koyulmuş durumda.

Burjuvazinin bu yıkım planlarına bir alternatif oluşturabilecek bir tek biz işçi ve emekçiler varız. Bizler direnişlerimizde yalnızca kendimiz, ailemiz ve ekmeğimiz için değil, tüm insanlık için mücadele etmekteyiz.

Yazan: Sedat D., 3 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.