TEKEL direnişi: Gerçeğin izinde mücadeleye devam

TEKEL işçileri; çadırlarıyla başkenti fethederek, 4 Şubat genel eylem kararını aldırarak, 4C statüsünde çalışan 17 bin işçinin yeni haklar kazanmasını sağlayarak ve sadece kendi kararlılıklarıyla 78 gün boyunca çok önemli bir mücadeleyi sürdürerek örnek oldular.

Eğer kıymeti bilinirse 78 günlük TEKEL direnişinden çok önemli dersler çıkarmak olanaklı olabilir. Lakin bunun için gerçeklere sadık kalmak gerekiyor. Gerçeklerden kastımız süreci kişisel beklenti ve duygularımıza göre değil sınıf mücadelesinin tarihsel/güncel hakikatlerini ölçüt alarak analiz etmektir. Bu çerçeveden hareketle TEKEL direnişinde temelde beş eğilimin öne çıktığını söyleyebiliriz: Tüm nesnel-öznel süreç ve faktörleri es geçerek TEKEL işçisini göklere çıkarıp kanat takanlar; sınıf değil halk diyerek sınıf mücadelesi yerine sosyal dayanışmacı halk cepheci anlayışlarına göre mücadeleye katılanlar; mücadeleyi vicdani-insani bir retorik üzerinden sivil toplumcu, sol liberal, sosyal hareketçi anlayışlarına göre yorumlayanlar; sendikal bürokrasiyi mücadelenin sahibi ve önderi ilan edip direnişi sendikalist çerçeveye hapsedenler ilk dört eğilimdir. Bu dört eğilimin de ortak noktası bir TEKEL sarhoşluğuna kendilerini kaptırmış olmalarıdır.

İşçi Cephesi ise beşinci bir eğilim olarak başından bu yana sadece gerçekler üzerinden devrimci tutum ve politikalar oluşturulabileceğini savunarak şunları söylemiştir: TEKEL işçisi sınıf hareketinin uzun yıllardır gerilediği ve sürekli savunma hattında kaldığı bir tarihsel süreçte mücadele sahnesine çıkma hamlesi yapmıştır. Zonguldak maden işçilerinin 20 yıl önce yarım kalan yürüyüşlerinin ardında 1986’da Netaş ile başlayan ve 1989 Bahar Eylemleri ile zirvesine çıkan yükselen bir sınıf hareketi varken Ankara’da konuşlanan TEKEL işçilerinin mücadelesinin arkasında ise derin bir boşluk vardır. Bu durum sınıf hareketi açısından hem çok kıymetli bir harekete geçme potansiyelini içermekte hem de TEKEL işçilerini aşan bir sınırlılıklar/sorunlar gerçeğini işaret etmektedir. Bu nedenle TEKEL direnişi en iyi ihtimalle yükselen bir mücadelenin erken başlangıcı olabilir. Dolayısıyla TEKEL işçilerine ve direnişine onda olmayan bir potansiyel ve güç vehm etmek kısa vadede moral verici olsa da hızla tam tersi sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bütün bunlar TEKEL işçilerinin niyet ve kararlılıklarından bağımsız olarak direnişin sınırlarını çizmektedir.

Bu sınırların aşılması için TEKEL direnişinin öncelikle diğer direnişlerle ve özelleştirilmeyi bekleyen sektörlerdeki işçilerle -şeker, enerji, liman vb.- birleşebilmesi gerekir. Lakin bu da yetmez, ancak bir başlangıç olabilir. Sınıf hareketinin ileriye doğru sıçrayabilmesi için mutlak suretle sendikalı, örgütlü, belirleyici sektörlerin devreye girmesi gerekir. Bu noktada Hava-İş, Petrol-İş, Lastik-İş, Kristal-İş ilk akla gelen belirleyici sektör örgütlenmeleridir. Bu ve benzeri kritik önemdeki sendikalı sektörler devreye girmediği sürece mücadelenin yeni bir evreye sıçraması olanaklı olamaz. Sol siyasi öncülerin büyük kısmının değişik gerekçelerle -ulusalcı, halkçı, sendikalist, hareketçi vb.- işçi sınıfı hareketinin dışına çıkmış olması ve iş güvencesi yoksunluğu ve işten atmalar gibi temel önemdeki taleplerin konu dışı sloganlara kurban edilmesi de TEKEL direnişinin yaygınlaşma ve kalıcı kazanımlar oluşturmasını zorlaştıran faktörlerdendir… Bunlar İşçi Cephesi’nin direniş boyunca dile getirdiği görüşlerin bir özetidir.

Gelinen nokta ve bundan sonra

15 Aralık 2009 tarihinde 4C’ye hayır demek için Ankara’ya gelen işçiler 78 günün sonunda Danıştay’dan çıkan “4C’ye geçmek için 7 ayınız daha var” kararı eşliğinde 2 Mart 2010 günü çadırlarını sökerek evlerinin yolunu tuttular. Yukarıda sıraladığımız dört eğilim şaşırtıcı olmayan bir şekilde Danıştay kararını bir kazanım/zafer olarak alkışladı, aynen Tek Gıda-İş sendikası gibi… Bunun bir kazanım/zafer olmadığı ortada. İşçiler kısmi haklar açısından direnişe başladıklarından daha ileri bir konuma geldiler ama ana talepleri olan 4C’nin dışında olmak konusunda bir hak elde edemediler… Bu çerçevede önümüzdeki yedi aylık süre içinde AKP hükümetinin geri adım atıp atmayacağını, sendikanın tutumunun ne olacağını, işçilerin sendikal bürokrasiyi aşıp aşamayacağını, solun ne yapacağını hep birlikte göreceğiz. Lakin yedi ay beklemek gibi bir lüksümüz yok. İş güvencesi yoksunluğuna ve işten atmalara karşı çok sayıda mücadele devam ediyor. TEKEL işçileri kuşkusuz bu mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır ve 78 gün boyunca sürdürdükleri kararlılığı önümüzdeki yedi ay boyunca da devam ettirmelidir çünkü hakların mahkeme kararlarıyla değil direnişle korunup geliştirilebildiğini bizzat yaşayarak gördüler.

Yazan: İşçi Cephesi, 4 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.