25 Kasım’dan 26 Mayıs’a sınıf hareketinin durumu ve öncü işçilerin görevleri
İşçi sınıfının mücadele tarihinde birçok yenilgi yaşandı. Ama yenilgilerin yanında çok büyük zaferler, çok önemli deneyimler de sınıfın tarihine yazıldı. İşçi sınıfı ve örgütleri bu kazanımlar uğruna büyük bedeller ödedi, ödemeye de devam ediyor.
Sınıf bilinçli işçilerin ve devrimci militanların görevi, bu tarihi, bu deneyimleri yeni işçi kuşaklarına aktarmak ve olumluluklar kadar olumsuzluklardan da ders çıkarmaktır.
Her yenilgi, her geri çekiliş kitlelerin direncini, umudunu kırar. Oysa devrimcilerin ve öncü işçilerin görevi, tam da böylesi dönemlerde emekçi kitleleri yeniden mücadeleye bağlamaya ve yeni bir sıçrama yaratmaya çalışmaktır. Sınıf mücadelesinde devrimci sınıf örgütlerinin görevi, sınıfa gerçekleri göstermektir. Çünkü o gerçek er ya da geç ortaya çıkar ve bu da emekçi kitleler üzerinde moral bozukluğuna neden olur.
Sınıf mücadelesinin kendisi zorluklarla doludur. Mücadelenin kendisi inişlere, çıkışlara ve elbette durağanlıklara gebedir. İşte tam da bu nedenlerle en ufak zorlukta rotasını şaşıranlar ya da en ufak yükselişte akışa kendini kaptıranlar, uzun soluklu bir mücadelenin inşacısı olamazlar. Çünkü sınıf mücadelesi sebat ister, emekçilerin arasında inatçı bir mücadele ister.
Örneğin bürokratik diktatörlükler çöktüğünde, işçi sınıfı öldü diyenlere inat sınıf devrimciliğini savunmak, işçi sınıfı içerisinde siyasi çalışma yürütmek böylesi bir tutumdur. Ama aynı zamanda aşırı bir iyimserlikle sosyalist yayınların bir kısmı “1 Mayıs’ı kazandık, sıra devrimde” derken, bu doğru değil “hala sınıfı birleştirmek zorundayız, tabanı sendikal bürokrasiye karşı ortak talepler doğrultusunda örgütlemek zorundayız” demek de böylesi bir anlayışın yansımasıdır. Biz gerçeklerin doğru analizinden yansıyan bir yaklaşımın işçi sınıfının mücadelesi açısından yararlı olduğunu düşünüyoruz.
Dün işçi sınıf öldü diyenler, yeni toplumsal hareketlerin, çeşitli sivil toplumcu muhalefetlerin peşinde koşanlar, krizin de etkisiyle işçi sınıfını hatırladılar. Ancak aynı kesimler en küçük bir yenilginin ardından “zaten sendikal bürokrasi satıyor, işçi sınıfı başaramaz demeye” başlayacaklardır. Umutsuzluğa inat bizlere düşen görev, işçi sınıfının, devrimci potansiyelini, yani toplumu değiştirebilme gücünü açığa çıkarmasını sağlamaktır.
İşte, Direnişteki İşçiler Platformu’nun bugün başardığı en önemli şey budur. Onlar ihanetlerin arkasına sığınmadan ortak mücadele kararlılığı gösteriyorlar ve bu kararlılıkla tüm emekçilerin direncini arttırıyorlar. Sendikal bürokrasinin ihanetine teslim olmayan platformun genel grev öncesinde ve grevde ortaya koyduğu irade, sendikal bürokrasiye karşı mücadeleci tutumu işte böylesi bir duruştur. Onlar, Türk-İş binalarını işgal ederek örnek bir ortak eylem gerçekleştirdiler.
Kuşkusuz platform dağılabilir, özellikle sosyalistler arasındaki kısır rekabetten olumsuz etkilenebilir. Böyle bile olsa onlar örnek bir mücadele gösterdiler. Burası gerçekten önemli, çünkü direnişteki işyerleri bayraklarını birleştirdiler. Bu işçi sınıfının mücadelesi adına başlı başına bir olumluluktur. Görmek istemeyenler, duymak istemeyenler için tablo ortada… İşçi sınıfı birleşiyor, birleştiriyor… Elbette çok eksiklik var ama işçiler mücadeleden öğreniyor, öğretiyorlar…
Sözümüz platform başta olmak üzere mücadele eden tüm sınıf güçlerine: Evet, 26 Mayıs grevi başarısız olmuştur, hatta 4 Şubat Grevi’nin de gerisinde kalmıştır. Ancak bu başarısızlıktan dersler çıkarmalıyız, önümüze yeni görevler koymalıyız. Şimdi hayıflanma değil, mücadeleleri birleştirme zamanıdır.
İşte tam da bu nedenle bugün mücadelelere yön veren öncü işçiler ve elbette bu direnişlere güç veren devrimci militanlar, mevcut tablodan umutsuzluğa kapılmamalıdır. Çünkü mücadelelerin öncülüğünü çeken işçiler geri çekilirse mücadeleler daha da zayıflayacaktır. Ne sendikalardan kopma, ne varoşlara gitme zamanıdır… Sendikal bürokrasiler tam da bugün, tam da böylesine teşhir olmuşlarken tabandan gelen bu mücadele rüzgârını geliştirme zamanıdır. Tam da bugün mücadeleci sendikaların, şubelerin, sendikacıların, öncü işçilerin ve elbette komünist militanların daha fazla inisiyatif alma zamanıdır.
Mücadelelerin kısa bir özeti
Aslında bugün görece daha olumlu tabloya uzun bir durgunluk döneminin ardından geldik. Dün işyerlerinde sessizce bekleyen işçi kardeşlerimiz bugün mücadeleye atılıyorlar. Çünkü emperyalist-kapitalist sistem derin bir ekonomik kriz yaşıyor ve bu krizin bedelini biz emekçilere ve yoksul halka ödetmeye çalışıyor. Kriz karşısında başlangıçta suskun kalan bizler, krizin olumsuz sonuçlarıyla karşılaştıkça daha fazla tepki göstermeye başladık. İşten çıkarmaların artması, güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması ve elbette düşük ücretler bizleri mücadeleye itti. Ekonomik nedenlerle başlayan mücadelelerin içerisinde çok sayıda işçi kendi sınıfını ve sınıfının ideolojisini tanımaya başladı.
Krizin başında metal sektöründeki eylemler, Cuma yürüyüşleri, Sinter direnişi, Sabiha Gökçen direnişi, Gürsaş direnişi, Brissa işgali ve diğer mücadeleler ilk mücadelelerdi. Çoğu mücadele mahkeme salonlarında sona erdi. En uzun soluklusu olan Sin-Ter Metal direnişi, uzayan davanın yanı sıra, bazı sosyalist çevrelerin de dar grupçu anlayışları sonucu sonlandı. Bu mücadelelerin ardından uzun bir sessizlik yaşandı.
Sessizliği, 25 Kasım 2009’da greve çıkan kamu emekçileri bozdular. Bir günlük iş bırakmadaki kararlılık işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun dışa vurumuydu. Grevin ardından ocak ayında TEKEL işçileri Ankara’da görülmemiş bir mücadeleye giriştiler. Öyle bir direniş eylemi başlattılar ki ülkenin her köşesinde sınıf mücadelesinin fitilini ateşlediler. TEKEL işçilerinin mücadelesini desteklemek için sendikal konfederasyonlar 4 Şubat’ta bir grev kararı aldılar. Greve kamu emekçileri dışında yine ciddi bir katılım olmadı. Konfederasyonlar, o dönemde 26 Mayıs’ta yeni bir grev kararı alarak zaman kazandılar. 4 Şubat grevinin ardından sendikal bürokrasinin yalanlarına kanan ya da kanmak zorunda bırakılan TEKEL işçileri, mücadele alanlarını terk edip evlerine döndüler. TEKEL işçilerinin mücadelesi, zayıflamış da olsa hâlâ çeşitli illerde devam ediyor.
2010 yılında mücadeleler sadece TEKEL’le sınırlı kalmadı. Aksine TEKEL’in meşruiyeti diğer işçilere de örnek oldu. Esenyurt Belediye, İSKİ, Marmaray, İtfaiye, UPS bu döneme damgasını vuran mücadeleler… İşte bu direnişlerin mücadeleci işçileri Direnişteki İşçiler Platformu’nu kurarak mücadeleleri birleştirme yolunda adım attılar. Ortak eylemlilikler ve etkinlikler düzenlediler. (İşçi Cephesi krizin başından itibaren mücadelelerin birleştirilmesi perspektifi doğrultusunda çalışmalarını sürdürdü. Direnişçi işyerlerini bir araya getirmeye çalıştı. Bu bağlamda okurlarımızın katkısının mütevazı ama önemli olduğunu ifade etmeliyiz.) Bu sürecin ardından Taksim’de gerçekleşen kitlesel 1 Mayıs’ın da sınıf açısından bir moral kaynağı olduğunu eklemeliyiz.
Ancak artan ve uzayan mücadelelerden burjuvazi huzursuzdu, burjuvazinin işçi sınıfı içerisindeki ajanları sendika bürokrasisi de huzursuzdu. Doğal olarak mücadelelerin önünü kesmeyi planladılar. 26 Mayıs’ın başarısızlığı için ellerinden geleni yaptılar. Bu ihaneti fark eden platformdaki işçiler Türk-İş binalarını çeşitli illerde işgal ederek, hem sendikal bürokrasiyi teşhir etmeye hem de genel greve güç vermeye giriştiler. Bu havada 26 Mayıs grevine girildi. Genel grevden 1 saat iş bırakmaya dönen eylem, sendikal konfederasyonların bürokrasilerince güçsüz bırakıldı. Sadece KESK (tabanın basıncıyla) ve Direnen İşçiler Platformu mücadeleyi sürdürdü. Özellikle direnişçi işçiler sürece damgasını vurdu. Grev başarısız oldu ama direnişçi işçilerin iradesi, işçilerin neler yapabileceğini bir kez daha göstermiş oldu. Direnişçi işçiler 3 Haziran’ı yeni takvim olarak belirlediler. Sonuç olarak, 1 Mayıs’ın kitleselliği 26 Mayıs’a taşınamadı. Böylece genel grev silahı boşa çıkarılmış oldu.
Tam da bu ortam başta bahsettiğimiz umutsuzluğu ve yılgınlığı geliştirecektir. Ancak bu hem burjuvazinin hem de onun ajanı sendikal bürokrasinin işine gelecektir. Yapılması gereken şey mücadeleleri daha fazla işçiyle birleştirmektir. Ortak taleplerle daha fazla işçiyi mücadeleye katmaktır.
26 Mayıs grevi sendikal bürokrasi tarafından bilinçli olarak zayıflatılmıştır. Ama bunun dışında da sorunlar söz konusudur. Örneğin, kamu emekçileri ile direnişçi işçiler neden ortak bir alanda buluşamamıştır? Bir diğer sorun da tüm mücadelenin TEKEL eksenli olarak ele alınmasıdır. Elbette TEKEL önemli, hatta çok önemli! Onlar yolu açtılar ama diğer işçilerin sorunları gözden kaçarsa mücadeleleri birleştirebilme
olasılığımız da ortadan kalkar. O nedenle tüm işçileri birleştiren talepler gerekir diyoruz. Örneğin, grev sırasında UPS işçileri alandaydı. Onların adlarının anılmaması işçiler üzerinde bir burukluk yarattı. Oysa daha fazla sayıda işçiyle buluşmamız, ortaklaşmamız gerekiyor.
Sınıf perspektifi olmayan sosyalistler mücadelelere zarar veriyor
Komünistler işçi sınıfının birliğini savunurlar, bu amaç için mücadele ederler. Ancak yaşadığımız ülkede kimi devrimci çevreler ikamecilik diye tabir ettiğimiz, kendini işçi sınıfının yerine koyma anlayışını alışkanlık edinmiş durumdalar. Yazmaya çizmeye gelince işçi demokrasisinden bahsedenler, pratikte işçiler adına konuşmayı kendilerine hak görüyorlar. Hatta bir iki işçi kazanmak için tüm direnişin yenilmesine neden olacak hatalar yapıyorlar. Kuşkusuz bunu sadece Stalinist çevreler yapmıyor, devrimci Marksist olduğunu iddia edenler de yapabiliyor.
Birçok direnişte işçilerin iradesini hiçe sayma, bir iki öncü vasıtasıyla işçileri hazır olmadıkları daha radikal eylemlere sürükleme, gruplar arasında rekabeti sınıf mücadelesine yansıtma vb. birçok nedenden dolayı mücadeleler zayıfladı, işçilerin güveni kırıldı.
İşte platformun durumu… Platform çok önemli bir kazanım. Üstelik platform vasıtasıyla mücadeleler koordine oluyor, birlikte hareket ediyor, ortak eylemler düzenliyor. Evet, mücadele ediyor işçiler… Ama siyasi çevreler dayatıyor kendini. En radikal sözü söylemek midir devrimcilik? Ya da daha fazla emekçiyi seferber etmeye çalışmak mı? Platformun son bildirisi aslında bu anlayışın bir sonucudur. Böyle giderse Platform içerisinde çok sorun yaşanacağı açık.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Yenilgilerin sebebi kuşkusuz bütün sosyalistler değildir; ancak bazıları ikameci, sekter anlayışlarıyla mücadeleleri zayıflatmaktadır ve bizler açısından mücadelenin geliştirilmesini, daha kitleselleştirilmesini engellemektedirler.
Sendikal bürokrasiyi suçlamak hiçbir şey dememektir
Genel grev sırasında ortaya çıkan sloganlardan büyük kısmı sendika bürokrasisi ile ilgiliydi. Oysa tam da bugün sadece sendikal bürokrasiden bahsetmek hiçbir şey dememektir. Sendikal bürokrasiye küfrederek işçileri bilinçlendiremeyiz. Aksine sendikalara olan güvensizliği arttırabiliriz. Tabandan yükselen bir mücadele olmadıkça sendikal bürokrasi devrilmez. Doğal olarak sendikaların tabanını mücadeleye çekecek ama aynı zamanda sendikal bürokrasileri de mücadeleye zorlayacak, yapamadıkları ölçüde de teşhir olacakları talepler sunmak ve eylemler organize etmek gerekiyor.
Örneğin madenlerdeki ve tersanelerdeki ölümlerle ilgi bir talep ve ortak çağrı ile madencilerle buluşulabilir. İş kazalarının nedeni, kâr hırsı, taşeronlaşma, güvencesiz çalışmadır. TEKEL işçilerinin de ana talebi iş güvencesidir. Bu nedenle “güvencesiz çalışmaya son, taşeronlaşmaya son, sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılsın” vb. talepler öne çıkarılmalıdır. Böylece tersane işçileri de maden işçileri de mücadelenin parçası olur. Bu talepler için mücadele etmeyen bürokrasiler teşhir olur.
Ya da güvencesiz çalışmanın bir diğer mağduru kamu emekçileri ile neden ortaklaşılmasın? “Sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılsın, işkolu barajı kaldırılsın, sürgünler durdurulsun” vb talepler etrafından ortaklaşabiliriz. Yapmadığı ölçüde ise bürokrasiler teşhir olacaktır. Özellikle işkolu barajı ve diğer sendikal yasaklar 12 Eylül’ün yasalarıdır. Bunlara karşı mücadele 12 Eylül Anayasası’na karşı da mücadeledir. Sahte anayasa tartışmalarıyla değil, sınıfın gerçek demokratik taleplerinin hayata geçmesi bu şekilde sağlanabilir.
“İşten çıkarmalar yasaklansın” dediğimizde işçi sınıfının büyük bir kesimini harekete geçirebiliriz. Böylesi bir hareketin önünde ne sendikal bürokrasi durabilir, ne patronlar. Sadece sendikalı değil, sadece sigortalı değil, sınıfın tüm kesimleri bu talep etrafında yan yana gelebilir.
Mücadeleyi birleştirmek, ortak talepler etrafında bir araya gelebilmektir, talepleri ortaklaştırmak ve bu taleplerle ortak bir mücadele örmektir… Bugün temel sloganlar “işten çıkarmalar yasaklansın, güvencesiz çalışmaya son, sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılsın, atılan işçiler geri alınsın” vb olmalıdır. Bunlar işçi sınıfının ortak sorunlarıdır. Bu sorunlar etrafında örgütlenmeyi başarabilirsek mücadeleyi daha da güçlendiririz. Bugün sınıf bilinçli işçilerin ve devrimci militanların görevi bu talepleri işçi sınıfına taşımak ve bu taleplerle sınıf seferberliklerini güçlendirmektir.
Yazan: Fuat Karahan, 1 Haziran 2010
Yorumlar kapalıdır.