İş güvencesizliği neye mal oluyor?
İzmir’den TEKEL İşçisi Nurten Kaya: “Ekmeğimizi istiyoruz biz. İşimizin daimi olmasını istiyoruz. 4C bir aldatmacadır. Bir senelik sözleşme yapacaklar bizle sonra ne olacak” diyordu ısrarla ve benzer cümleleri yakın zamanda Esenyurt’ta, İtfaiye’de ve birçok direnişte de duyduk.
İş güvencesizliği denildiğinde akla ilk gelenler işsizlerdir aslında. Ancak işsizler iş güvencesizliği mağdurlarının sadece bir kısmı… Ekonominin ve işyerlerinin yeniden yapılandırılması sürecinde (neoliberalizm) iş güvencesizliğinin etki ve sonuçlarını yaşayan bir çok kesim var.
Öncelikle, işe ilişkin sürekli bir belirsizlik duygusu, insanları birbirlerine bağlayan sosyal bağları zayıflatıyor. Kişilerin, iş arkadaşlarına yönelik güven ve sadakat duygusunu azalttığı gibi işçinin bir irade koyma durumunu da azaltıyor. Böyle bir duyguyla yaşayan işçi gelecek planları kuramaz hale geliyor. Ve kadınlar yine bu süreçten en çok etkilenenler oluyor…
Şöyle ki, kadın emeği toplumumuzda eve yardımcı emek olarak algılandığından kriz zamanlarında ilk işten çıkarılanlar olmamıza neden oluyor. Bu, tek başına yaşama mücadelesi veren kadınları zor durumda bıraktığı gibi, eve “ek” olan gelirle geçinen aileleri de hiçe sayan bir uygulama. Üstelik, iş güvencesinin azalması, sürekli işten çıkarılma tehdidi, biz kadınların daha fazla boyun eğmemize, taciz ve psikolojik baskılarla daha fazla karşı karşıya gelmemize sebep oluyor.
Bu haliyle iş güvencesizliği kadın üzerinde yaygın bir mobbingdir.
Mobbing Türkçede genellikle “yıldırma” olarak geçiyor. İşçiye psikolojik bir baskı yaparak onun işten çıkmasını sağlamaya yönelik bir uygulamadır. Bu onun üzerindeki yetkileri alma, kendini eksik hissetmesini sağlama vs. gibi 45 ayrı davranış modeliyle uygulanabilir. Genellikle işinde iyi olan ve yükselen kadınlara uygulanıyor. Mağdurların oranının yüzde 77’si kadın… Mobbing Avrupa’da iş güvencesinin fazla olduğu yerlerde görülse de Türkiye’deki uygulamalar genellikle tersi yönde. Buna iki açıdan bakabiliriz. Geçici işlerde çalışan kadınları bir daha görmeyeceğini düşünen işveren ve/veya kadının üst veya eşit kademesindeki kişi, bize keyfi uygulamalarla istediğini yapabilmekte. Geçici işlerde çalıştırılmaya mahkum olanlar hep biz kadınlar olduğumuz için bu durumda yapılan yıldırma en çok bizi etkiler. İkinci olarak da mobbing’i uygulayan, iş güvencesi olmayan bir kadının bu keyfi uygulamalara katlanmasını beklemekte. Bu noktada da onun gibi binlercesini bulabilecek patron da kadın işçisine belli psikolojik ve fiziksel baskılar uygulamayı kendine hak görebilmektedir… İş güvencesizliği bu tür davranışlarda elimizi kolumuzu bağladığı için işten çıkarıldığımızda irade koymamıza ve genellikle kurtulmak için işten çıkmayı tercih etmemize neden oluyor. Bu haliyle iş güvencesizliğinin kendisi kadın üzerinde bir mobbing’e dönüşüyor.
Sendika, patronların bu keyfi tutumlarına karşı işçiyi korumak için varsa da Türkiye’de bir yıl içinde sendika üyesi 42 bin işçinin işten çıkarıldığı göz önüne alınmalıdır. Buna sendikalaşmaya çalışırken işten çıkarılanları da eklemek gerek. Özellikle mayıs ayında Pınar Alkan’ın mobbing kurbanı olması durumun ciddiyetini bize gösteriyor. Pınar Alkan Türk-İş’te çalışan uluslararası bir örgütün yönetim kademesinde ki bir kadın. Mobbing’i uygulayansa “İşyerinde Psikolojik Taciz” kitabını yayınlayan Türk-İş ve Genel Başkanı Mustafa Kumlu. Önce yetkileri kısıtlanan Pınar Alkan daha sonra gerekçesi olmayan nedenlerden işten çıkarıldı. Türk-İş’e işe iade ve mobbing davası açan Alkan ruhsal olarak ve bedensel olarak yıprandığını ifade etti. Bugün iş güvencesi mücadelesi bizim için sosyal bir hak olmanın yanı sıra, insanca yaşamamızı ve bir kadın işçi olarak işyerinde daha güçlü olmamızı sağlayacak bir mevzi mücadelesidir.
Not: Yazıda Betül Urgan’ın “İş Güvencesizliği” yazısından yararlanılmıştır.
Yazan: Rukiye B., 31 Mayıs 2010
Yorumlar kapalıdır.