Kadınların ideolojisi vardır!
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan çeşitli sivil toplum örgütlerinden kadınlarla “açılım” toplantısı yaptı. Kadınlardan, açılımın bir öznesi olmalarını ‘anneliğin ideolojisi yoktur, anaların sağcısı, solcusu olmaz’ diyerek istedi.
Başbakan bu sözleri daha önce de söylemişti. Kadınları yalnızca analıkları üzerinden değerlendiren ve onların acılarına hitap ederek duygularını sömüren bu konuşmasına bu kez de şöyle devam etti: ‘Kadın ile erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum, onlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Kadınla erkek arasında ancak fırsat eşitliği yaratılabilir.’
Bu sözler yalnızca hükümetin kadınlara olan bakış açısını açıklamıyor, benzer şekilde açılım sürecinin kendisi, bu süreçte Kürt ve Türk kadınlarından beklenenler ve bir cins olarak kadının olması gereken yer hakkında da fikirler sunuyor.
Analık söylemi
Bu ülkedeki savaştan en çok etkilenen kadınlar oldu, özellikle de Kürt kadınlar, kuşkusuz. Savaş sürerken kadınlara yönelik taciz ve tecavüzler yoğun olarak yaşandı. Sosyal hayata karışamayan, okula veya işe gidemeyen kadınlar anadilleri dışında bir dil de öğrenemediler. Bunun sonucu olarak da kamusal alanda var olamadılar. Tam da bu yüzden politikadan da dışlandılar, ama bu, onları asla ideolojisiz yapmadı, yapmamalıdır da. Barış en fazla, bu savaştan çıkarı olmayan kadınların lehine olacaktır. Peki, ama nasıl?
İktidarın kadınlardan beklentisi, “ideolojisiz” yani kendisinin yanında yer almaları. Yalnızca iktidarın yanında da değil; erkeğinin arkasında, onun tamamlayıcısı olmalıdırlar. Eğer istenirse, cepheye mermi taşıyıp savaşın kahramanı olmaları, ya da Erdoğan’ın değişiyle “barışın taşlarını döşemeleri” beklenir. Erdoğan çözümü “milli birlik ve beraberlik projesi” olarak sunuyor, şimdi annelerden beklenen de bu projenin destekçisi olmaları. Ona göre, kadınların bu projenin içeriği ve samimiyetini sorgulamasına gerek yoktur, çünkü o ideolojisiz bir ana olduğu için, onun tek çıkarı evladını kaybetmemek olacaktır. Tam da savaşlardan en fazla zarar görenler olarak, bu projenin içeriğini sorgulamalı ve “çözüm” adı altında sunulan politikaların piyonu olmayı reddetmeliyiz.
Fırsat eşitliği
Bir diğer mevzuysa, muhafazakâr bir parti olarak, kadın ve erkeği eşit olarak görmemesini normal karşılamamızı bekleyen Başbakan ve hükümetinin politikaları. Kendisi bu eşitliğe inanmamasına rağmen, fırsat eşitliği yaratma çabalarını sıralıyor: İş Kanunu’nda “eşit işe eşit ücret” ilkesi getirdiğinden, Belediyeler Kanunu’na sığınma evi açma sorumluluğu tanıdığından, töre cinayetlerini önleme adımlarından bahsediyor. Sağ olsun! Ama pratikte, kadınların bu eşitliklerden yararlandığı söylenemez.
Eşit işe eşit ücret ilkesi yasalarda yer alsa da, pratikte kadın işi-erkek işi olarak yapılan ayrım sonucunda, erkeklerin çalıştığı iş kollarında daha fazla ücret alındığı, birçok kesimde sigortalı bile çalıştırılmayan kadınların ise, daha düşük ücretle çalıştıkları gerçek. Bu ayrımcılığın olduğu yerde eşitlik zaten sağlanamaz. Eşitsizler arası eşitliktir bu. Bunun için ilk önce, hem iş yasaları hem toplu sözleşme yasalarının değişmesi gerekir.
Sığınma evi yetkisi tanınması da nedir? Bu zaten devletin bir yükümlülüğüdür ve devlet bunu yerine getirmemektedir. Türkiye’de sığınma evi sayısı 51’dir. Fakat şiddet gören ve katledilen ya da mahkeme tarafından sığınma evi yerine kocasının yanına gönderilen kadınların sayısı, Başbakan’ın söylediklerini birçok icraatı gibi komediye dönüştürüyor. Şimdi, sizi ikinci cins olarak görüyoruz mealindeki bu sözler, bu politikaları da teyit etmiş oluyor.
Biz kadınlar şunu iyi biliyoruz ki, eşitlik gibi birçok hakkı iktidarlar, hele ki erkek-egemenliği, militarizm ve şiddetten beslenen kapitalist sistemler bahşedemezler. Çünkü baskı politikalarından, kadın emeğinden çıkarları vardır; bizlere de aciz olduğumuzu, politikadan anlamadığımızı inandırmaya çalışırlar. Tam da bu yüzden bizler, eşitlik gibi birçok hakkı da bizzat kendi ellerimizle, bu sözleri söyleyen iktidarların karşısında durarak alabiliriz.
Yazan: Dicle Nadin, 31 Temmuz 2010
Yorumlar kapalıdır.