Yok edilen senin geleceğindir, 12 Eylül’ü unutma
12 Eylül 1980’den bir-iki gün sonraydı. Her zamankinden farklı bir telaşla girdim eve, çünkü daha sokakta duymuştum polislerin babamı almaya geleceğini. Eve girdiğimde annem banyo sobasının başındaydı, babamın gözü gibi baktığı kitaplarını telaşla yakıyordu. Babaannem ona yardım ediyor, dedem ise sürekli “ben demiştim” diye yakınıyordu. Önce babam evden gitti, sonra dayım. Sonra babamın tüm arkadaşları bir bir kayboldu.
En çok komşumuz olan öğretmenlere üzüldüm. Sonradan annemlerden duydum, biri öldürülmüştü, diğeri hapse gitmişti. Oyun arkadaşlarımı kaybetmiştim. Bir de Münevver Teyze’ye çok üzüldüm. Eşi sendikacıydı. Firarda olduğu için onu işkenceye almışlardı, karnındaki çocuğuyla. Oğlu Suphi menenjit geçirdi, engelli oldu. Babam ve dayım bir süre sonra serbest bırakıldı. Babam belki hapis yatmadı ama işsiz kaldı; fişlenmişti. Yıllarca hiçbir yerde iş bulamadı. Yaşadığı sıkıntılardan erken hastalandı, çok genç yaşında kaybettik babamı. Her şeye rağmen insanlıktan umudunu kesmeyen nadide bir insandı. Dayım ise öğretmenlikten atıldı. Komünist damgasıyla o da işsizler kervanına katıldı. Kısa bir süre sonra yengemi tutukladılar. Evinde komünist misafirleri sakladığı için. Çok işkence gördüğünü duyduk. Cezaevlerinde kaldı. O da öğretmenlikten atıldı. Cezaevinden sonra da mücadeleyi hiç bırakmadı. O da genç yaşında akciğer kanserinden öldü. Devlet üstümüzden tankıyla geçmişti. Artık fındık bahçesinde oyun oynamamız yasaktı; çünkü asker sokağı zapt etmişti.
Darbe elbette bizi yaralamıştı ama çok daha büyük bir yıkım yaşandı bu coğrafyada. Darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 23 bin 700 dernek kapatıldı. İşkencelerde 171 kişi öldürüldü. 517 kişiye idam cezası verildi, 50’si infaz edildi. İdam edilenlerin belki en dramatiği Erdal Eren’di. Uydurma mahkemelerle, üstelik yaşı büyütülerek apar topar asıldı Kenan Paşa’nın emriyle. Binlerce kişi tutuklandı. Tüm dernekler ve sendikalar yasaklandı. 7 bin 233 kamu emekçisi sürüldü, 4 bin 891 kamu emekçisi meslekten ihraç edildi. 927 yayın kapatıldı.
Darbenin amacı, 1960’lardan beri yükselen sınıf hareketinin imhasını ve böylece 24 Ocak kararıyla sunulan neoliberal ekonomik programın uygulanmasını sağlamaktı. İşte o gün bu kararları alan ve askeri darbeyi göreve çağıran burjuvazi olmuştu. TİSK başkanı Halit Narin’in sözleri darbenin kısa bir özetidir: “Bugüne kadar işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme sırası bizde.”
Burjuvazinin darbe planı tuttu. 1980 yılında 5 milyon 721 bin olan sendikalı sayısı, 1985’te 1 milyon 711 bine düştü. İşçi ücretleri 1979’da günlük 8,4 dolarken 1985’de 4 dolara düştü. Dış borç 1979’da 14,2 milyar dolar iken, 1987’de 36 milyar dolara yükseldi. Yani 12 Eylül biz emekçilerin hem haklarını gasp etti, hem de örgütlülüklerimizi dağıttı. Bugün sendikalar devlet güdümlüyse, patron güdümlüyse bunu sağlayan 12 Eylül’dür. Bugün taşeronlaşma, güvencesiz çalışma yaygınsa bunu sağlayan da 12 Eylül’dür.
24 Ocak Kararları, YÖK, 1982 Anayasası
Ancak darbenin yöntemi sadece işkence ve öldürme değildi. Darbe planlı bir toplumsal değişim planıydı. 24 Ocak kararıyla başladı, YÖK’ün kuruluşu ve 82 Anayasası ile devam etti. Bir kuşak imha edilirken veya ihanete zorlanırken, ardından geleceklerin hafızasında korku ve güvensizlik kaldı. Bireycilik, köşe dönmecilik, yaşadığı topluma duyarsızlık, tarikatçılık, cemaatçilik, milliyetçilik zihinlere kazındı. Atatürkçülük ideolojisi topluma empoze edilmeye çalışıldı. Farklı düşünmek, yaşamak neredeyse imkânsız hale geldi. Kürtlere karşı düşmanlığın en açık göstergesiydi darbe. Diyarbekir zindanında Kürtler zorla Türkleştirilmeye çalışıldı.
Burada parantez açılması gerek bir kurumda YÖK’tür. YÖK vasıtasıyla burjuva ideolojinin geliştirilmesini amaçladı patronlar ve bunda da başarılı oldular. Üniversitelerin hem gençliği etkileyen, hem de egemen ideolojiyi yeniden üreten bir kurum olduğunu bilen burjuvazi, önce emekten yana, sosyalist ve muhalif öğretim görevlilerini üniversiteden attı. Onların yerine çok sayıda yetersiz öğretim görevlisini işe aldı. YÖK sadece Kemalist ideolojiyi pompalamadı, piyasa ekonomisinin yegâne sistem olduğunu da topluma yaydı. YÖK neoliberal saldırganlığın ideolojik ayağı olmuştur. Ayrıca YÖK özelleştirmelerin de önünün açılmasını sağlamıştır. YÖK başkanı İhsan Doğramacı ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent’i kurdu. Atılan hocaların bir kısmı da bu özel okullara girmek zorunda kaldı. YÖK bu bağlamda da özel bir öneme sahiptir.
12 Eylül İdeolojisi Yaşıyor
Daha önce de söylediğimiz gibi “Reforme edilmiş yeni anayasa girişimleri ise esas olarak 12 Eylül ruhunun ve Bonapartizm’in cilalanarak yeniden meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımayacaktır. “Bugüne kadar 83 maddesi yenilenen 82 Anayasası’nın Bonapartist ruhu daha önce de birçok kez dediğimiz gibi bu anayasa referandumunda da korunmaktadır.
Şimdi AKP’ciler, eski ülkücüler, sol liberaller, her türden işçi düşmanları yan yana gelmişler referandumdan “evet” çıkarsa 12 Eylül askeri darbesinin sorumluları yargılanacak diyorlar. 12 Eylül’ü dün davet eden patronların bugün istedikleri onu yargılamak değil, yargılıyormuş gibi görünerek emekçileri aldatmak. HSYK’yı değiştirerek mi darbe yargılanır. 12 Eylül sadece işkence, baskı değil, sistemli bir saldırı planıydı, dedik. Emperyalizm destekli bir toplumsal dönüşüm projesi dedik. Bugün anayasayı değiştirerek darbeyi yargıladıklarını iddia edenler, birkaç maddeyi değiştirerek, bir iki subayı suçlayarak 12 Eylül’ün ideolojisini meşrulaştırıyorlar.
Daha önce de söyledik, bu bir rejim sorunudur. Asker-polis rejimi varlığını sürdürdüğü sürece, Kürtlerin inkârı sürdüğü sürece, işçi sınıfının örgütlülüğü önündeki engeller kalkmadığı sürece, darbeciler ve onun sivil yandaşları yargılanmadığı sürece, YÖK lağvedilmediği sürece 12 Eylül nasıl yargılanabilir. Bugün AKP ve onun temsilcisi olduğu burjuva kesimler rejimi dönüştürmek değil, makyajlayarak kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak istemektedirler.
İşte tam da bu nedenle 12 Eylül hâlâ varlığını sürdürüyor diyoruz. Tam da bu nedenle hem darbeyi yargılayacak, hem de toplumda gerçek bir demokratikleşmeyi sağlayabilecek yegâne güç biz emekçileriz diyoruz.
Yorumlar kapalıdır.