Referandum ve sonrası

Tartışmalı bir referandum sürecini geride bıraktık, ama daha fazla tartışmaya gebe yeni bir süreçle karşı karşıyayız. Bu süreç elbette bir öncekinin tartışmalarını barındıracak, fakat bunları cevaplayıp aşabildiği oranda da işçi ve emekçi kesimler ve sosyalist sol için sağlam ve tutarlı bir politik programatik hat üzerinde ilerleyebilme olanağını verecek.

Referandum süreci boyunca değerlendirmeler temelde üç ayrı biçimde sürdürülmüştür. Birincisi, sermaye sınıfının ve onun temsilcisi AKP hükümetinin oluşturduğu dil ve tasvir üzerine kurulmuştur. Bu dilde, referanduma mevzu bahis olan anayasa kısmi değişikliklerinin karşılığı “demokratikleşme”dir. Çünkü bu değişiklikler, vesayet rejimine son verici ve 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmanın önünü açıcı nitelikte tasvir edilmiştir. Bunların doğrudan sonucu ise referandumda EVET tercihinin örgütlenmesi olmuştur. MÜSİAD, TÜSİAD ve Kürt sermayedarları bu tercihin taşıyıcı ayağı olurken; tartışmayı bu dil ve tasvirin sınırları içinde sürdüren kimi liberal aydınlar ve reformist çevrelerle; en küçük bir demokratik kazanım bile savunulmalıdır diyen az sayıda sosyalist çevre EVET tercihinin destekçileri olmuşlardır.

Değerlendirmelerin ikincisinin dayanak aldığı dil ise “gericiliğe karşı mücadeledir”. Çünkü bu değerlendirmeye göre, AKP hükümeti sunduğu anayasa kısmi değişiklik paketi ile kendi diktatörlüğünün yolunu açmakta ve bir İslamlaştırma projesini yürütmektedir. Bu değerlendirmenin sonucunda HAYIR tercihi, AKP iktidarına Hayır kampanyası olarak örgütlenmiştir. Bu saiklardan yola çıkan kampanyanın taşıyıcısı imtiyazlarını yitirmekte olan asker ve sivil bürokrasi ve onun temsilcisi konumundaki CHP olmuştur. MHP, AKP’nin yıpranması yolu ile kendine alternatif yaratabilme umuduyla bu kampanyanın daha geriden bir destekçisi olurken; benzer değerlendirmeleri kampanyalarının odağına alan ancak bunu sosyal devletin tırpanlanması söylemi üzerinden işçi ve emekçi tabanına doğru genişleten sosyalist kesimler de bu değerlendirme doğrultusunda HAYIR kampanyası örgütlemişlerdir.

İşçi Cephesi olarak sahiplenmiş olduğumuz, üçüncü değerlendirmenin dilinde ise referanduma sunulan paketin karşılığı “neoliberal politikalara hız kazandırmak”tır. Bu değerlendirme, anayasa kısmi değişiklik paketini emekçileri, ezilen ve sömürülen tüm toplum kesimlerini hak ve özgürlükler açısından daha da geri götürecek bir neoliberal proje olarak tasvir etmiştir. Bu tasvirde yeni anayasa değişikliklerinin, ilerleme, demokratikleşme adı altında sunulan değişikliklere rağmen 12 Eylül Anayasası’nın içeriğine ve ruhuna yönelik ve dolayısıyla baskı rejimine yönelik hiçbir dönüşüm getirmediği gerçekliğinden hareket edilmiştir. Bir AKP projesi değil, bir devlet ve devletin yeniden yapılandırılması projesidir. AKP dolayımıyla sermaye sınıfının neoliberal ekonomik saldırı politikalarının onay alması ve önlerinin açılması anlamına gelecek bu paketi kabul etmemek de bu değerlendirmenin doğrudan sonucunu ortaya koymuştur. Bu saiklarla HAYIR ve Kurucu Meclis talebi birlikte örgütlenmeye çalışıldığı gibi, benzer değerlendirmelerden yola çıkmış ancak Kürt halkının iradesini desteklemek yönelişiyle, BOYKOT kararını almış sosyalist çevreler de olmuştur. Elbette bu noktadaki ironi, ki aynı zamanda dönüştürücü bir politik seferberliği engelleyen unsur, Kürt önderliğinin BOYKOT gerekçesini bu üçüncü değerlendirme üzerinden değil, üstte belirtilen birinci değerlendirme üzerinden geliştirmiş olmasıdır.

Elbette, tercihler referandumdan çıkan sonuçları belirlemiş birer politik tutumdur. Ancak hem sonuçların hem olasılıkların değerlendirilmesi açısından üstte yazılanlarla birlikte hatırlanması gereken EVET’çiler, HAYIR’cılar, BOYKOT’çular diye üç cephenin olmadığı (kuşkusuz ısrarla kendilerini bu manada bir cephe olarak ilan edenleri bir yana bırakarak), üç ayrı değerlendirmenin olduğudur.

Bu üç ayrı değerlendirme, önümüzdeki genel seçimlerde belirleyici olmaya devam edecek ve olası ittifakların zemin ve sınırlarını belirleyecektir. Bundan hareketle değerlendirmemizi, çıkardığımız sonuçlarla sürdürüyoruz.

Sonuçlar ne anlatıyor?

Anayasa kısmi değişiklik paketinin referandum öncesi yazılarımızda da dile getirdiğimiz üç ana gayesi vardı. Birincisi, bu değişiklikler sermaye sahiplerinin neoliberal ekonomik saldırı politikalarının önünü açacak devlet erkindeki yeni-düzenleme ve yapılanma ihtiyacını yansıtıyordu. İkincisi, bu değişiklikler “demokratikleşme” adı altında sunularak, işçi ve emekçi kitleler ile Kürt halkının, rejimin demokratik dönüşümüne ilişkin taleplerini ve bu talepler için mücadelesini engellemeyi hedefliyordu. Üçüncüsü, bu referandum, değişiklik paketini halkoyuna sunan iktidar partisi için bir güvenoyu yoklaması niteliğini taşıyordu.

Bu bağlamda, yüzde 58 EVET sonucunu, öncelikle, sermaye sınıfının neoliberal ekonomik saldırılarının önünün açılması ve bu politikaların uygulayıcısı AKP hükümetinin politik istikrarını tesisi olarak görüyoruz. Bu sonuç aynı zamanda, AKP’nin sekiz yıllık iktidarı boyunca sürdürmüş olduğu gasp ve sömürü politikalarına rağmen işçi ve emekçi kesimler nezdindeki kredisini sürdürdüğünün de bir göstergesidir. AKP, hem sermayedarlar için hem de işçi ve emekçi kesimler için halen tek iktidar alternatifi olduğu görüşünü bu sonuçlarla pekiştirmiştir.

İkinci olarak, bu sonuçlara bakılarak, “demokratikleşme” yanılsamasının kitlelerin büyük kesiminde karşılık bulduğunu söylemek mümkün. Bunun sonucu, özellikle Kürt emekçiler için AKP ve dolayısıyla rejimle uzlaşının sürdürüleceği anlamını taşıyacaktır. Bu “özgürlük ve emek cephesi” hedefi açısından zemini inceltici bir etkidir. Rejim içi bir çözümde sıkışmak bu sürecin bu şartlarda kaçınılmaz sonu ve hayal kırıklığı olacaktır. Boykot kampanyası, mücadeleci Kürt halkının siyasi iradesini yeniden göstermiş olmakla birlikte, bunun rejimi dönüştürücü talepler etrafında seferber edilememesi durumu, ve “AKP’ye şans” olarak sunulması, Kürt illerinde ikinci alternatif olarak beliren AKP tercihini de göz önünde tuttuğumuzda Kürt halkına yönelik yeni saldırıları ve baskıcı politikaları gündemden düşürmeyecektir.

Üçüncü olarak, emekçi kesimler için zaten hazırda bekleyen talan politikaları önümüzdeki günlerde pervasızca sunulmaya devam edecektir. Bu durum, işçi sınıfının mevzilerini korumaya yönelik mücadelesini daha sıkı ve sağlam örme zorunluluğunu ve aciliyetini beraberinde getirmektedir. Kürt halkının ve işçi-emekçi kesimlerin emekçiden yana eşitlikçi özgürlükçü laik yeni bir anayasa talebi de ancak böylesi bir mücadelenin üzerinde geliştirilebilir.

Yorumlar kapalıdır.