Metin Lokumcu Hopa’da öldürüldü!

Metin Lokumcu, 54 yaşında bir emekli öğretmen. Dün Hopa’da öldürüldü. Kurşunla değil gazla! Demokrasimiz az ama gazımız bol. Metin Hoca’dan kesilen vergilerle alınan gazlar öldürdü onu; maaşlarını onun vergileriyle alan polislerin marifetiyle. Metin Hoca’nın verdiği vergi kendisine ölüm olarak döndü.

Son 30 yılda öylesine kaçınılabilir ölümler oldu ki bu memlekette… Biz alışamadık. Kan ve gözyaşı üzerine siyaset üretenler ise tersine yine aynı nakaratı tekrarlıyor: “Hopa’nın sicili belli!” Hopa’nın sicili, Hakkari’nin, Dersim’in, İzmir’in bir başka şeyi. Hakikaten memleketi böldüler, bizden olanlar ve diğerleri diyerek, karış karış parçaladılar. Daha düne kadar bize bütün kapılar açık diyen Başbakan gördüğü ilk demokratik tepki karşısında, “Hakkari’de terörist, Hopa’da eşkiya iş başında” demeye başladı. Sonuç mu? Sonuç, Metin Hoca’nın kahredici ölümü.

30 yıldır kandırılmış, beyni yıkanmış gençlerden bahsetti, hem devlet-hükümet hem de şişman medyamız. Alın size emekli bir öğretmen! Taşıdığı pankart; HES’lere izin vermeyeceğiz, su satılıktır değildirden ibaret. Emekli bir öğretmen suyuna, ağacına sahip çıkıyor, toplantı ve gösteri hakkını kullanıyor, anasından emdiği süt gibi helal demokratik tepkisini ortaya koyuyor ve öldürülüyor. Ve Başbakan, Metin Hoca’nın daha kanı kurumadan, “eşkiya Hopa’ya inmiş” diyor.

Acımız büyük ama söylemek zorundayız. Bu hükümet ve destekçileri 12 Eylül referandumunda evet çıkarsa Türkiye’nin daha demokratik ve özgür olacağını söyledi. O günden bugüne Başbakan; Kürt sorununu bitirdi, ucube heykelleri yıktırmaya girişti, içkide sınırlamayı internette sansürü gündeme soktu, “ben herkese iş bulmak zorunda mıyım” dedi. Ve Hopa’da ölen emekli öğretmen Metin Hoca’yı da kanı kurumadan eşkiya ilan etti. Yani “ananı da al git”e rahmet okutan günler geldi çattı.

Gerçekte ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Bir yanda Metin Hoca öldürülürken diğer yanda onu öldüren baskı-şiddet rejiminin ebesi 12 Eylül’ün darbeci generallerinden biri, başını çektiği darbe yanına kar kalarak, yatağında ölmekteydi. Hayattaki diğer ikisi, Evren ve Şahin için ise lütfen kabilinden ifade için telefon tebligatı yapılmaktaydı. Yunan albaylar cuntasının başı geçen yıl, 35 yıldır kaldığı cezaevinde ölmüşken bizde darbeci generallerin
halen bütün kuvvet komutanlarının katılımıyla ve askeri törenle gömülüyor olması gerçeği Metin Hocamızın neden ve nasıl öldürüldüğünün de hikâyesidir.

Kuşkusuz mesele 90’lık ihtiyarları cezaevine tıkmanın ötesinde… Bu ülkenin asker-sivil bürokrasisinin, hangi partiden olursa olsun hükümet etmişlerinin tümü tarafından 12 Eylül darbecileri hep el üstünde tutuldu. Çok değil birkaç yıl öncesine kadar sivil-asker toplantıların başkonuğu oldular bu darbeci generaller. Ancak sağlık nedenleriyle insan içine çıkamaz hale gelince ortada görünmemeye başladılar. Onların daha da güçlendirdiği asker-polis rejimi dimdik ayakta durmaya devam ediyor. Öylesine kökleşmiş şekilde devam ediyor ki 12 Eylül Anayasası yamalı bir bohçaya dönmesine rağmen halen geçerliliğini koruyor.

Ve mutlak suretle unutmadan ifade etmeliyiz: 12 Eylül askeri darbesi ve anayasası Türkiye’de neoliberal karşı devrimin temel metni 24 Ocak Kararları anılmadan anlaşılamaz. Eğer işçi-emekçi düşmanı neoliberal politikalar es geçilirse 12 Eylül askeri darbesi sadece beş generalin işgüzarlığı olarak kalır ve bugün AKP’nin izlediği politikaların da onun dini gericiliğinden kaynaklandığı yanılsaması devam eder. Mustafa Hoca’yı öldüren dini gericilik değil dibine kadar kapitalizmden kaynaklanan sınıfsal düşmanlık. Ve bu saldırgan politika aynı 12 Eylül darbesi ve anayasası gibi neoliberalizmden beslenmektedir.

Neoliberalizmin işçi-emekçi düşmanı niteliği es geçilir ve her şey dün beş generale havale edildiği gibi bugün de sadece Başbakan’a ve AKP’nin hoyratlığına havale edilirse yerine gelen AKP’nin bir başka versiyonu olacaktır. Evet, AKP gitmelidir; ama işçiye, emekçiye, doğaya, bir bütün olarak tüm canlıların hak ve özgürlüklerine daha çok kâr ve sermaye adına düşman olan neoliberal bir parti olduğu için gitmelidir. Ve yerine gelen de AKP’nin yıpranmışlığı nedeniyle sürdüremez hale geleceği aynı neoliberal programı devam ettirmek için gelmemelidir. Türkiye’de dincilik, yobazlık ve gericilik söylemlerinin ipiyle emek ve sol adına politika sürdürmek bindiği dalı kesmektir. AKP’nin de, yerine geçmeye aday diğerlerinin de neoliberal yüzünü teşhir etmek, mücadeleyi sınıf gerçeği ve işçi-emekçi seferberliği üzerinden sürdürmek ihtiyacımız olan söylem ve yöntemdir. Aksi AKP’nin değirmenine su taşıyacak, onu ve/ya muadillerini daha da güçlendirecektir. 12 Haziran seçim sath-ı mailinde AKP şimdi bu oyunu oynuyor. Kaybettiği mağdur imajının yerine şimdi bu anlayışı ikame ediyor. Başbakan’ın, Metin Hoca’yı daha kanı kurumadan eşkiya ilan etmesi de bundan. Bu oyunları boşa çıkarmak elimizde, yeter ki sınıf pusulamızı yitirmeyelim!

Yorumlar kapalıdır.