Avrupa’da kriz ve grevler: “Çanlar kimin için çalıyor?”

Küresel mali krizin 2008’de patlak vermesiyle Avrupa’daki birçok ülke, yaşanan durgunluğu (resesyon) borçlanarak atlatmaya çalıştı. Krizi yaratan borç zinciri, yaşanan krizi ertelemenin bir aracı haline gelince, bu durum daha büyük sarsıntılara kapı araladı. Şu an Euro bölgesinde ülke ülke yayılan bunalım Türkiye’nin de bu süreçle alarm veriyor olması, borçlanma ve vurgunculuğa (spekülasyon) dayalı ülke ekonomilerinin içine girdiği fasit dairenin trajik bir yansıması. Ülkelerin iflas eşiğine geldiği şu günlerde Avrupalı emekçiler, hükümetlerin kemer sıkma politikalarına grev ve protestolarla tepki gösteriyor.

Grevler dalga dalga…

Krizin ilk halkaları Yunanistan, İrlanda ve Portekiz olmuştu. Şimdi ise, topun ağzında ülkeler olarak İtalya ve İspanya gösteriliyor. ‘Zayıf halka’ ilan edilerek istisnai bir felaket gibi sunulan Yunan krizinin Yunanistan’dan ibaret olmadığı anlaşıldı. Öte yandan, İtalya’nın Avrupa’nın üçüncü, İspanya’nın ise beşinci ekonomik gücü olması, bu ülkelerdeki olası bir iflasın Avrupa emperyalizmini derinden sarsacağını gösteriyor. Özellikle Yunan bankalarının tahvillerini elinde bulunduran Almanya ve Fransa alarm vererek, iflasın eşiğine gelen Yunanistan’ı kurtarmaya koyuldular. Bu sürece IMF de dâhil oldu. Yüklü miktarda teklif edilen kredi anlaşmalarının tek şartı, kamuda tasarruf paketlerinin yani kemer sıkma politikalarının acil olarak devreye girmesiydi. Kemer sıkma politikaları krizin faturasının bir kez daha Avrupalı emekçi halklara ödetilmesi anlamına geliyor. Bu paketlerde emeklilik yaşının yükseltilmesi, kamudaki işgücünde daralma, maaş kesintisi gibi yaptırımlar yer alıyor.

AB ülke hükümetlerinin IMF’yi de yanlarına alarak uygulamaya koyacakları yaptırımlar, Avrupa işçi sınıfına yönelik bir karşı-devrim programı niteliğindedir. Bu duruma ülke halkları tepkilerini grevlerle, eylemlerle ortaya koyuyor.

Yunanistan:

AB üyesi ülkelerin liderleri Yunanistan için 109 milyar avro büyüklüğünde yeni bir borç paketi üzerinde uzlaşmaya vardı. Papandreu, “Bu sadece bir fon programı değil, Yunan halkı üzerindeki borç yükünün de hafifletilmesi anlamına gelecek” dese de Yunan işçi sınıfı, sene başından beri ülkedeki dördüncü genel grevini gerçekleştirerek borç paketini protesto etti. Çünkü bu fatura, Yunan işçilerinin neredeyse birkaç nesil boyunca maaşlarından, emeklilik haklarından kesilen ödentilerle, işten çıkarılmalarıyla ödenecek. Genel grevde bütün hayatın durduğu ülkede, on binlerce işçi parlamento binasına yürüyerek milletvekillerin girişini engelledi. Ayrıca taksiciler de 48 saat iş bırakarak hayatı felç etti. Uzun süre sokaklarda çatışmalar yaşandı.

İngiltere:

İngiltere’de 2020’ye kadar emeklilik yaşının 60’tan 66’ya çıkarılması ve emeklilik maaşlarının azaltılması paketine karşı 24 saatlik genel grev ilan edildi ve binlerce insan sokağa dökülerek yasayı protesto etti. Bunun dışında ülkede Blackpool bisküvi fabrikasında 300 işçi, yakın bir zamanda da British Airways çalışanları greve çıktı.

İtalya:

Berlusconi hükümetinin aldığı 40 milyar avroluk tasarruf tedbirine karşı bir günlük genel grev ilan edildi. Greve havayolu, demiryolu çalışanları da katıldı. Sendikalar, hükümetin ücretli çalışanlara yönelik vergileri hafifletmesini ve istihdam yaratmasını talep ediyor.

Bu ülkelerin dışında Polonya‘da sosyal hakların gasp edilmesine yönelik 80 bin kişilik kitlesel bir gösteri düzenlendi. Fransa‘da ise ilk kez, özel bir havayolu şirketi olan EasyJet’e bağlı olarak çalışan işçiler greve gidiyor. Aynı havayolu firması çalışanları yakın bir zamanda Almanya’da da greve gitmişti. Öte yandan BBC çalışanları işten çıkarmalara karşı grev kararı aldı, Avrupa Komisyonu işçileri ise işgücünün yüzde 5 azaltılması kararı üzerine, greve gideceklerini bildirdi.

İhtimaller, ihtiyaçlar:

“Görünmez el”in Avrupa’yı kapitalizmin yıkıcı etkilerinden korumakta güçlük çektiği, grevlerin, kitlesel eylemliliklerin artışıyla berraklık kazandı. Yunanistan’daki iflas, İrlanda ve Portekiz’deki gelişmeler, İtalya ve İspanya’daki mali kriz, İngiltere ve Polonya’nın grev ve eylemliliklerle durumu protesto etmesi önümüzdeki günlerde sınıflar mücadelesinin Avrupa düzleminde şiddetleneceğini gösteriyor. Ancak, Yunanistan başta olmak üzere bu ülkelerde yönetimlerin sınıf üzerindeki kontrollerini yitirmeye başladıklarını söylemek henüz pek mümkün değil. Yani Avrupalı hükümetler, şu an koltuklarının değil de, banka tahvillerinin derdinde. Başından beri çok sayıda genel grevle sallanan, binlerce işçinin parlamento binalarına yürüdüğü Yunanistan’da bile, sendikal bürokrasinin gücü, anarşizan eğilimli ‘öfkeliler’ hareketi, parti karşıtı unsurların çoğunluk üzerindeki etkisi, kitle üzerinde frenleyici bir etki yaratıyor. PASOK hükümetinin yakında düşeceği söylentilerinin güçlendiği bir dönemde, iktidarın yerini doldurabilecek ya da var olan iktidara alternatif bir sınıf örgütlenmesi olmayışı kritik bir zorluk. Diğer zorluklar ise kriz dönemlerine özgü işçilerin birbirini suçlamasına yönelik yaygın propaganda: Yunan halkının eylemleri üzerine Türk basınında da geniş yer verilen “rahatına düşkün Akdeniz insanı ekonomiyi batırdı” konulu haberler, bunların örnekleri. Ayrıca, Avrupa’daki göçmen işçi nüfusu üzerinde artan milliyetçilik, mücadeleleri bölen bir araç olduğundan, muhafazakâr iktidarların elinde bir koz niteliğinde.

Genel ya da tekil grevlerle ülkeleri sarsan, güçlü bir sendikal örgütlenmeye sahip Avrupa işçi sınıfı, ne yazık ki Avrupa ve dünya burjuvazisinin sahip olduğu türden siyasal örgütlenme ve enternasyonal birlikten yoksun. Bunun ötesinde, Avrupa’daki eylemliliklerin koordineli yürütülmesi önümüzdeki günlerdeki en acil ihtiyaç olma özelliğini koruyacak.

Yorumlar kapalıdır.