2000’lerde geleceği alenen belli olan ve 2008’de patlayan içinde bulunduğumuz kriz, emperyalizm tarafından kapitalist sınırlar içinde çözülmeye çalışıldıkça, çözüm şöyle dursun kriz gittikçe derinleşmekte. Bu kriz sarmalıyla birlikte artık tüm Avrupa’nın mali politikaları birkaç finans tekelince belirlenmekte. Almanya ve Fransa merkezli bu tekeller tüm Avrupa işçi sınıfının kazanımlarını son kertesine kadar yok ediyor. Bu durumun siyasal yansımasıysa -özellikle İtalya ve Yunanistan’da görüldüğü gibi demokrasi dışı eğilimlerin güçlenmesi ve emekçi yığınların taleplerine kulakların tıkanması oluyor. Avrupa emperyalizmi açık açık söylüyor; “Demokrasiyle kaybedecek vaktimiz yok!”
Bugüne nasıl gelindi?
Öncelikle Yunanistan’ın bugüne nasıl geldiğine ve istatiksel durumuna bakalım. GSYH’sinin yüzde 160’ına denk gelen 357 milyar avroluk borç batağına saplanmış bu ülke, kesintilere (kemer sıkma) 2009 yılında başladı. 2010 yılında verilen 110 milyar avroluk ilk yardım paketini, çeşitli kemer sıkma politikaları karşılığında aldı. 20 Ekim 2011’de bu ilk yardım paketinin 8 milyar avroluk dilimini almak için, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği ve IMF’den (troyka) oluşan heyet o güne kadar görülmemiş sertlikte tasarruf (kemer sıkma) paketini meclisten geçirmeyi şart koşmuştu. O günlerde yapılan iki günlük genel grev, paketin meclisten geçmesini engelleyememişti. Engelleyemediği gibi greve, anarşistler ve komünist partililer arasındaki çatışma damgasını vurmuştu. Yine de bu grev sonrasında emperyalizmin gözünden iyice düşen Papandreu hükümeti, 2011 Kasım’ında istifa etmesiyle bugünkü teknokrat hükümeti troyka tarafından kurulmuş oldu. PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket Partisi), NDP (Yeni Demokrasi Partisi), LAOS (Halkçı Ortodoks Cephe) bu 3 parti bir araya gelerek 19 Şubat’ta yapılacak seçimlere kadar teknokrat hükümetini oluşturdu.
Kemer sıkmalarda tam sınıra dayanıldı derken, 130 milyar avroluk ikinci yardım paketi devreye girdi. Emperyalizm, doymak bilmeyen açgözlü bir vampir gibi Yunan halkının elinde avucunda ne varsa almak için harekete geçti. Önce “demokrasiyle kaybedecek vakti olmayan” Avrupa, 19 Şubat’ta yapılması planlanan seçimleri Nisan ayına aldı. Paketin kabul edilmesi için dayatılan tasarruf önlemleri kemer sıkmanın ötesinde tam bir yıkım içeriyordu. Yıkım paketine göre; 15 bin kamu çalışanı Mart ayında hiçbir tazminat almadan kapı dışarı edilecek. Asgari ücret yüzde 22 oranında azaltılacak. Özel sektörde çoktan yok olmuş kadrolu çalışma, kamuda da tamamen kaldırılıp esneklik bir kural haline getirilecekti.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi Yunanistan’ın çıkarması öngörülen bir yasayla kaynak aktarımı sırasında devlet hizmetleri yerine borç ödemelerini öncelik tutması istendi. Yani bundan sonra zor durumda kalan devlet, işçilerin ve memurların maaşlarını ödemektense borçlarını ödemeye öncelik vereceğini garanti etmiş olacaktı. Ayrıca bütçe dışında fazladan bir hesap oluşturulacak ve hesapta üç ay içinde vadesi gelen borçların geri ödenmesine yetecek kadar para bulunması şart koşulacak. Hükümet bunları yaparken, hangi parti iktidara gelirse gelsin, 2020’ye kadar, tüm borcu GSYH’nin yüzde 160’ından yüzde 120’sine indirmekle mükellef olacaktı. Hükümetin bu yıkımı kabul etmesi halinde Yunanistan’ın özel sektöre olan borcunun 107 milyar avroluk kısmı silinecekti. Bağımsız bir ülkenin mali işlerine eşi benzeri görülmemiş bu müdahaleler, teknokrat hükümeti tarafından halka, “ülkeyi krizden kurtaracak reçete” olarak sunuldu. Oysa alım gücü iyice düşecek olan Yunan halkının durumu ülkedeki krizi derinleştirecekti. Borcu borçla kapatmaya çalışarak, emperyalizme bu programı sonuna kadar uygulayacağını garanti eden PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi, Yunan işçi sınıfının ölüm fermanını onaylamak için mecliste toplandı.
Bunun üzerine Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE), Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ve Mücadeleci İşçi Cephesi Sendikası (PAME) 11-12 Şubat’ta iki günlük genel grev kararı aldılar. 100 binlerce emekçinin katıldığı eylemler boyunca neredeyse tüm okullarda ders yapılmadı. Birçok bakanlık işgal edildi. Toplu taşıma dahil hava ve deniz ulaşımı durdu. Sintagma Meydanı’na giren, çoğu anarşist olan gruplar, 12 Şubat gecesi Atina’da 45 binayı küle çevirdi.
Fırsatlar ve olasılıklar
Tüm bu olanlara rağmen paket mecliste onaylandı. Fakat halkın öfkesi, paketin mecliste oylanmasına engel olamadıysa da teknokrat hükümetin parçalanmasına yetti. O gece faşist LAOS partisi siyasal bir hamleyle, Nisan’da yapılacak seçimlere güçlü girebilmek için hükümetten çekilme kararı aldı ve pakete onay vermeyeceğini açıkladı. Ardından PASOK ve Yeni Demokrasi’den 20’şer milletvekili de pakete hayır oyu vereceğini açıkladılar. Açıkladıkları saat itibariyle de partilerinden ihraç edildiler. Hükümet çatlamıştı, ama ölüm fermanını da meclisten geçirdiler, hem de pakete sonuna kadar bağlı kalacaklarını ilan ederek…
Peki bu önlenemez miydi? Ekim 2011’deki Papandreu hükümetini düşüren meclis oylamasında da sendikalar iki günlük grev kararı almışlardı, başarılı olamadılar. Şubat’taki oylamada da aynı planı izleyen sendikalar yine genel grevi 48 saatle sınırlı tuttular. Cebindeki son ekmeğinin peşinde olan, bakanlıkları, belediyeleri işgal eden Yunan işçi sınıfı, süresiz genel greve gidecek isteğe ve azme sahip olduğu halde, sendika bürokratları, sınıfı frenlemeye çalışmaktaydı. Üstelik tek sıkıntı bu değildi. Yunanistan’ın en güçlü sol partisi olan Yunanistan Komünist Partisi (YKP), sınıf mücadelesindeki tüm gelişmeler benim kontrolümde olmalı havasından çıkabilmiş değil. Parti, politikasını Nisan’daki seçimlere endekslemiş bir biçimde, parlamentodaki koltuk sayısını artırmanın peşine düşmüş durumda. Sınıf hareketinin acil ihtiyaçları temelinde tüm mücadeleci güçleri bütünleştirebilecek bir programatik ve örgütsel zeminin oluşturulamamış olması aşılması gerekli başlıca engel haline dönüşmüş durumda.
Tam bir öndevrimci durumun yaşandığı bu ülkede maalesef, sokakta neoliberal politikalara karşı kazanılmış bir mevzi yok. Lakin, “Borç ödemeleri durdurulsun! Avrodan çıkısın! Tüm bankalar millileştirilsin!” gibi geçişsel talepler etrafında örülecek bir politik hatla hareket edecek radikal sol bir çizgi, bir işçi-köylü hükümetinin kapısını aralayabilir. Devrimci koşullar tüm keskinliğiyle önümüzde dururken karşıdevrimin durmadığını unutmamamız gerek. Faşist LAOS şimdiden yüzde 7 oy oranına sahip… Solun gerçek anlamda bir çözüm üretemediği her durumda, bu partinin taban kazanıp güçlenmesi büyük olasılık.
Pandora’nın kutusu gibi içinde umudu ve tehlikeyi barındıran bu ülkenin kaderi, tüm Avrupa işçi sınıfının kaderini belirleyecek duruma geldi. Bu gidişatı değiştirecek, ülkeyi “kurtarmak isteyen” kan emici vampirlerden kurtaracak, zincirlerini kıracak olan Yunan işçi sınıfı ve onun önderliğidir. Bu tarihsel görev onun önünde duruyor. Muvaffak olup, dünya işçi sınıfını ilerletecek bir basamak olmak ya da faşizmin sarmalı içinde Yunanistan’da kapitalizmin yeniden tesisi… İşte önümüzde duran iki seçenek bunlardır.
Yorumlar kapalıdır.