Sermayeye değil, emekçilere özgürlük

Güvencesiz, örgütsüz, geleceksiz çalışmak yazgımız değil

“Daha önce de gördüğümüz gibi, şimdiye kadar bütün toplum biçimleri ezen ve ezilen sınıflar arasındaki karşıtlıklar üzerine kurulmuştur. Ne var ki, bir sınıfı ezebilmek için bile, o sınıfa hiç değilse köle hayatını sürdürmesini mümkün kılacak belli koşulları sağlamak gerekir. Serflik döneminde serf kendini komün üyeliğine yükseltebilmişti; küçük burjuva, feodal istibdat altında burjuvalaşmayı başarmıştı. Modern emekçi ise, sanayinin ilerlemesiyle durumunu düzelteceği yerde, aksine kendi sınıfının hayat koşullarının gitgide daha altına düşmektedir; sadakaya muhtaç olacak ölçüde yoksullaşmaktadır ve bu yoksullaşma nüfustan da, servetten de daha hızlı gelişmektedir. İşte burjuvazinin kendi varoluş koşullarını topluma zorla, mutlak bir kanun olarak benimsetmesinin artık mümkün olmadığı, toplumun hakim sınıfı olma yeteneğini kaybettiği burada açıkça ortaya çıkıyor. Burjuvazi hüküm sürebilecek halde değildir; çünkü kölesine köleliği içinde dahi yaşama imkanı sağlayamamaktadır; çünkü kölesi onu besleyeceği yerde, o kölesini beslemek zorunda kalacak kadar kölesinin sefalete sürüklenmesinin önünü alamamaktadır. Toplum artık bu burjuvazinin hakimiyeti altında yaşayamaz; bir başka ifadeyle, burjuvazinin varlığı toplumla artık bağdaşmamaktadır.” K.Marx

Sermayeye değil, emeğe özgürlük

Güvencesiz, örgütsüz, geleceksiz çalışmak yazgımız değil

Dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi her sabah dökülürüz yollara. Her sabah bugün daha iyi olur umuduyla fabrikalara, ofislere, hastanelere, tarlalara doğru akarız. Kıtalar değişir, ülkeler değişir, saatler değişir, mevsimler değişir ama biz işçilerin yazgısı gibidir her akşam daha umutsuz olarak geri dönmek. Her gün yeniden hesaplarız bekleyen borçları, kredi kartlarını, kredileri, okul masraflarını, hastane masraflarını, kirayı, elektriği, suyu… Kabulleniriz milyonlarcamızın açlığı uğruna bir avuç insanın zenginliğini. Kabulleniriz haksızlığı, ezilmişliği, sömürüyü… Yeter ki işimiz olsun, yeter ki aybaşında az da olsa bir maaşımız olsun. Gerekirse az tüketiriz, gerekirse iki kişi çalışırız, gerekirse çocuklarımızı da çalıştırırız. Yetmezse hasta olmayız, okula gitmeyiz, yetmezse az yeriz… Yeter ki bir işimiz olsun. Bir de sigortamız oldu mu, yoktur bizden mutlusu… Zengin daha zengin olmuş, sistem adaletsizmiş görürüz, hükümet patronların hükümetiymiş biliriz. Kimimiz aybaşında bir maaş aldığımız için “şükür” deriz, kimimiz yumruğumuzu sıkar susarız, pek azımız da hakkımızı ararız.

Ama patronlar böyle düşünmezler. Onlar hep daha kârlı olmanın, daha fazla büyümenin hesabını yaparlar. Bir patron iş kurar, alın terimiz üzerinden para kazanır, ev alır, araba alır, arsa alır… İkinci işi kurar, alır da alır. “Dişinizi sıkın işçi kardeşler, üçüncüden sonra düze çıkacağız” der. “Hepimiz aynı gemideyiz, hepimizin işi, sahip çıkın” der. İş hepimizindir, kâr ise onların. İşler büyür, patron ortadan kaybolur, sonra müdürler, şefler gelir unutulur sözler. Ve bu çark böylece sürer. İşyerleri değişir ama zihniyet değişmez. Çünkü kapitalizm denen “işçi öğüten sistem”in kuralı budur. Uymayan da oyunu kaybeder. Ve bu sistemde hükümet de, yargı da, polis de, ordu da patronlar sınıfından yanadır.

Bize şükredin diyen patronlar, şükür etmeyi bilmezler ve kriz gelip kapıyı çaldığında kârları düşürmemenin yolunun, bizim suyumuzu biraz daha sıkmaktan geçtiğini bilirler. Bir patronun ağzına en yakışan kelimedir “giderleri kısmamız lazım”. Bütün müdürler, şefler ve hatta dalkavuk işçiler aynı cümleyi tekrar ederler, sanki hiç duymamışız gibi. Sanki kısacak bir şeyimiz kalmış gibi. Böylece bir şey isteyecek yüzümüz de kalmaz. Baktılar sesimiz çıkıyor, kapıdaki milyonlarca işsizle bizi tehdit ederler: “Senin yarı maaşınla çalışacak kaç kişi var biliyor musun?” Bir korkudur alır işçileri. “Ya aybaşında işsiz kalırsam, borçlarımı, kiramı ödeyemezsem…” Tükettirip bizi borçlandıranlar şimdi işsizlik, geleceksizlik kaygısıyla bizleri daha fazla biat etmeye, onların sömürü çarklarına daha fazla boyun eğmeye zorlarlar. Böylece güvencesiz çalışmaya bizi mahkum etmeye çalışırlar.

Güvencesiz çalışma yaygınlaşıyor

Örneğin, mevsimlik çalışanlar, okullarda sözleşmeli çalışan ve yıl sonunda işten çıkartılan öğretmenler, devlette 4A/4B/4C/50D kadrosunda çalışan işçiler güvencesiz çalışan kesimlerdir. Evde üç kuruşa, sigortasız gece gündüz çalışan, ya da ek iş olduğunda komik paralara fabrikalara, ya da evlere temizliğe, çocuk bakımına giden kadınlar da güvencesizliğin mağdurlarıdır. İşte bu çalışma tarzını tüm işçi sınıfına yaygınlaştırmak istiyor patronlar ve hükümeti AKP.

Öğrencilerde de durum pek farklı değildir. Kimi zaman harç parası, kimi zaman kalacak yer parası için çalışmak zorunda kalır öğrenci, ya da yeni mezun. Öğrenciysen ya da yeni mezunsan, iş bulmak bile bir lütufsa, part-time ya da stajyer olarak çalışmak bile bir şanssa, boyun eğmeyi daha genç yaşında öğrenirsin. Örneğin İngilizce öğretmenlik mezunu olup, öğretmenlik sınavları için ocakta çalışıyorsan, matematik bölümünü bitirip kadro beklerken ömrün sokaklarda geçiyorsa, öğrenciler de güvencesiz çalışmanın, geleceksizliğin mağduru değil midir? Genç mezunlara sinen umutsuzluk ve acizlik duygusu bu güvencesizliğin bir sonucu değil midir?

Sözün özeti, patronlar bu derin krizin farkında ancak kârlarını düşürmek istemiyorlar, hatta daha da büyüyerek çıkmak istiyorlar bu krizden. Ancak bizlerin emeği olmadan, bizler daha fazla sömürülmeden bu mümkün değil. Bunu bilen patronlar da en büyük korkumuzu kullanarak bizi güvencesiz, çalışmaya zorluyorlar.

Türkiye’de patron örgütleri TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın, TOBB’un istediği güvencesizliktir. AKP hükümeti de, patronların istekleri doğrultusunda, güvencesiz çalışmayı yasalarla garanti altına almaya çalışıyor. “Mini istihdam paketi” adı altında, kıdem tazminatını kaldırmayı, esnek çalışmayı yasallaştırmayı, özel istihdam bürolarının açılmasını serbest bırakmayı ve bölgesel asgari ücrete geçmeyi planlıyor. Hükümetin planladığı yasal düzenlemeler güvencesizlik, geleceksizlik, daha fazla örgütsüzlük anlamına geliyor. Hükümet, bizi kandırmak için bu yasaya emeğin özgürleşmesi diyor, “istihdam paketi” diyor. Oysa bu paketle ne emek özgürleşir, ne de istihdam artar. Özgürleşen bir şey varsa o da sermayedir, emek ise daha fazla köleleşmektedir.

Güvencesizlik kuralsız, korumasız çalışmaktır

Kapitalizm altında kuşkusuz mutlak bir iş güvencesi yoktur. Ancak patronların bize layık gördüğü çalışma koşulları, bizim daha önce sahip olduklarımızdan daha geri haklara sahip olmamız anlamına geliyorsa mevcut hakları korumak ve daha da geliştirmek için mücadele etmemiz gerekir.

Peki, patronlar sınıfı neden güvencesiz çalışmamızı ister? Cevap basittir, güvenceli çalışma işçi lehinedir ve bu durumun patronlar sınıfına bir maliyeti var. Biz işçilerin birliğinin, örgütlülüğünün zayıfladığını gören patronlar, krizi fırsat bilerek bu maliyetlerden kurtulmak istiyorlar. Bugün patronlar, işçi sınıfının ve onun politik örgütlerinin güçlü olduğu dönemlerde verdikleri tavizleri, örgütsüzlüğümüzü fırsat bilerek birer birer geri almaya çalışıyorlar.

Bu saldırı dalgası artık sadece geri kapitalist ülkelerin işçi sınıfını değil, gelişmiş kapitalist ülkelerin emekçilerini de etkilemektedir. Bugün sadece Türkiye emekçileri değil, Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya bütün işçiler ve gençlik aynı tehdidin altındadır ve bu nedenle de İspanya’dan Yunanistan’a ve ABD’ye neredeyse tüm kıtalarda kapitalizm karşıtı gösteriler mevcuttur.

Kısacası güvencesizlik yaşadığımız krizle birlikte gelen bir vaka değildir, sistemin genel işleyiş biçimi haline gelmiştir. Güvencesiz çalışma düzeninde ister fabrika işçisi, ister plaza çalışanı, memur, doktor ya da öğretmen olalım, performansa dayalı, esnek yani güvencesiz çalışmak zorunda bırakılıyoruz.

Oysa güvencesiz çalışmak;

  1. İstihdam garantisi olmadan yaşamaktır. Güvencesiz çalışmanın kuralı patronun ön bildirim yapmaksızın işten çıkarma hakkına sahip olmasıdır. Güvencesiz çalıştırma, “Bugün git, yarın gel” diyebilme, hiçbir bedel ödemeksizin bir işçiyi çıkarabilme özgürlüğüdür patronun. Deneme süresi adı altında emeğimizin değersizleşmesidir. Çağrı üzerine, günlük, kısmi süreli çalışmak zorunda kalmamızdır. Buna patronlar “esneklik” diyorlar, bizse “modern kölelik”.
  2. Örgütsüz, savunmasız, sendikasız çalışmaktır. İşçi sınıfının gücü üretimden gelir, ama birliği yoksa bu gücü işçi sınıfı kullanamaz. İş sözleşmelerinin ortadan kalkmasıyla, her şey patronun insafına kalır. Birlikte çalışma olanakları azaldığı için ortak örgütlenmenin de zorlaşması anlamına gelir. Türkiye’de sendikalı işçi sayısı zaten yüzde 6 civarındayken, yeni çalışma düzeniyle sendikalılık oranı daha da düşürecektir. Türkiye OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyesi ülkeler arasında sendikalılaşma oranında sonuncu durumdadır.
  3. Düşük ücretlerle ya da düzensiz ücretlerle çalışmaktır. İşsizlik korkusu ücretleri düşürür. Yine esnek çalışma nedeniyle, ne zaman iş varsa çalışacağımız için, düzensiz bir ücrete sahip oluruz.
  4. Daha ağır çalışma koşulları demektir. Esnek, uzun çalışma saatleridir. Çalışma süresini sadece işverenin belirleyebilmesidir. Gece yarısına kadar sürebilen çalışma düzenidir. Bir çok işyeri 12 saatlik iki vardiyaya geçme hazırlığındadır.
  5. Sosyal hakların tırpanlanması ya da yok edilmesidir. Esnek çalıştığımız için yemeğimizi evden getiririz, çayı
    parayla alırız, yıllık iznimiz, mazeret iznimiz, hastalık, doğum iznimiz yoktur.
  6. İş sağlığı ve iş güvenliği olmadan çalışmaktır. Uzun saatler ve düzensiz çalışmaktan dolayı iş kazaları artar.İşçiler köleleştikçe, hayatları da daha değersiz hale gelir. Bugün Türkiye’de olan tam da budur. Sadece ölümler değil, ağır yaralanmalar, küçük kazalar gündelik hayatın bir parçasıdır. Çoğu kaza bir haber niteliği bile kazanmaz. Ve patronlar sessizce kapatırlar bu kazaları. Gazetemize de birçok kez haber olan metal fabrikaları, tersaneler özellikle ağır kazaların yaşandığı yerlerdir. Türkiye zaten iş kazalarında dünya ikincisi, ve yeni düzenlemelerle iş kazalarının daha da artacağını şimdiden öngörebiliriz.
  7. Özel istihdam bürolarına bağlı olarak, köle işçi olarak çalışmaktır. Geçici iş sözleşmeleri yaygınlaşır, işçiler kiralanır. Örneğin hizmet sektöründe bir temizlik şirketi adına bir işyerini temizleyen işçi, çalıştığı okulun değil, onu kiralayan taşeronun işçisidir. Taşeronun sözleşmesi bittiği anda o da kapının önünde kalır. Bu zaten kötü bir çalışma düzeniyken, şimdi bir de tazminat hakkımız olmayacak. Eskiden o işçinin taşeronundan tazminat hakkı vardı ama özel istihdam bürosu “işim bitti, seni çıkardım “diyecek ve hiçbir güvence olmadan iş akdi sona erecek.
  8. Esnek ve güvencesiz çalışanlar düzenli sigorta primi yatırmadıkları için emeklilik prim gün sayısına ulaşamazlar.
  9. Güvencesizlik geleceksizlik korkusudur demiştik. Bu korkuyu yaşayan birçok arkadaşımız intihar etmektedir. Ataması yapılmayan 20’nin üzerinde öğretmen geçtiğimiz yıllarda intihar etmiştir. Özelleştirme ve 4/C mağduru 13 TEKEL işçisi intihar edenler arasındadır.

Sonuç olarak;

Bizlere dayatılan güvencesiz, esnek, kıdem tazminatsız çalışmaya karşı, ya bize dayatılanları kabul edeceğiz, ya da ekmeğimiz ve geleceğimiz için mücadele edeceğiz. Biz işçilerin bu kölelik düzeninden başka bir seçeneğimiz daha var: birlikte mücadele etmek ve ezilenden, emekçiden, yoksuldan yana bir düzeni kurmak. Bizim için gerçek seçenek budur.

Bu nedenle hükümetin ve patronların yalanlarına karşı, istihdam paketi denen saldırı paketine karşı, yani kıdem tazminatının gaspına, esnek çalışmaya, bölgesel asgari ücrete ve özel istihdam bürolarına karşı tüm işçi arkadaşlarımızı uyarmalıyız. Sendikalarımızda örgütlenerek patronların karşısına örgütlü olarak çıkmalıyız. İş kazalarında sinmek yerine iş ve sendika avukatlarıyla birlikte hakkımızı aramalıyız. İşçi arkadaşlarımızla, sendikalarımızla ve devrimci işçi çevreleriyle birlikte bu yasanın durdurulması için çalışmalara katılmalı ve birliğimizi güçlendirmeliyiz. Saldırı çok yönlüdür birlikte mücadele olmadığı sürece büyük bir yıkımla karşılaşırız ve yarın daha da kötü koşullarda çalışmaya mahkum oluruz.

  • Kıdem tazminatı haktır, gasp edilemez.
  • Kıdem tazminatı değil, işten çıkarmalar yasaklansın.
  • Tüm işyerlerinde iş sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınsın. İş sağlığını tehdit eden işverenler tutuklasın.
  • 4B,4C,50D statüsünde çalışanlar kadroya geçirilsin. Özelleştirme mağduru işçiler işlerine geri döndürülsün.
  • Sözleşmeli, geçici, mevsimlik çalışma sonlandırmalı ve işçiler kadroya alınsın.
  • Taşeronluk sistemine son verilsin. Taşeronda çalışan tüm işçiler ücretleri ve sosyal hakları eşitlenerek kadroya alınsın.
  • Parasız sağlık ve eğitim garanti altına alınsın. Öğrencilere iş garantisi sağlansın.
  • Evde çalışan kadınlar sigorta kapsamına alınsın.
  • Keyfi mesailere son verilsin. Çalışma saatleri 6 saate çekilsin.
  • İşsizliği önlemek için, ücretler ve sosyal haklar tırpanlanmaksızın mesai saatleri düşürülün, mevcut işler çalışanlar arasında paylaştırılsın.

Kıdem tazminatı hakkımızı savunalım

Patronlar sınıfı ve onların hükümeti AKP, bizim birikimlerimiz ve mücadelelerimizle kazandığımız kıdem tazminatı hakkımıza göz diktiler. Mevcut iş yasaları ve elbette kıdem tazminatı hakkı yetersiz bile olsa, mevcut yasanın da gerisine düşmek bizim tarafımızdan kabul edilemez.

1. Kıdem tazminatı nedir?

Kıdem tazminatı, en az bir yıllık çalışması olan işçiye veya işçinin vefat etmesi halinde işçinin hak sahiplerine işveren tarafından ödenmesi gereken paradır. Miktarı her geçen tam yıl için 30 günlük ücret tutarıdır.

2. Kıdemin bizler için anlamı ne?

Kıdem tazminatı yüklü bir ücret olduğundan işverenin işçi çıkartması önündeki en büyük engel. Yani şu anki uygulamada kıdem tazminatı işçiler kısmi iş güvencesi demek.

3. Fon gelirse ne olacak?

Kıdem tazminatı alma halleri azalacak İşçi bugün 7 durumda tazminat alabiliyor. Bu 3’e düşecek: Emekli olunca veya 10 yıl prim ödendiğinde kendisi, ölünce geride kalanları alabilecek. Askere giden, 15 yıl ve 3600 günü tamamlayan, evlenen veya işten çıkan ve çıkarılan işçi kıdem tazminatı alamayacak.

Patron kolayca işten atacak Topluca tazminat ödemek zorunda kalmayan patronlar artık işçileri kolayca atabilecek, iş güvencesi tamamen ortadan kalkacak.

İşsizlik dönemi parasız geçecek Kıdem tazminatının en önemli işlevlerinden birisi işçinin iş aradığı dönemde bu parasını harcamasıdır.

• Fon’un geleceği belirsiz Tasarrufu Teşvik Fonu (TTF), Konut Edindirme Yardımı (KEY) talan edildi. İşsizlik Sigortası Fonu amacı dışında kullanılıyor. Kıdem tazminatı fonu da buhar olup uçabilir.

Esas ücret düşecek Bugünkü uygulamada 20 yıl süreyle çalışan bir işçi 20 brüt maaşlık tazminat almaya hak kazanır. Fon yasalaşırsa 20 yıla 20 aylık brüt maaş değil 6 aylık brüt maaş ödenecek. Böylece emekçiler tazminat hakkının %70’ini kaybedecek!

• Kayıt dışı çalışanların kıdemi yok olacak Sigortası asgari ücret üzerinden yatanlar muhatapları devlet olacağı için artık gerçek maaşları üzerinden tazminat talep edemeyecekler. Tamamen kayıt dışı olanlar da işyerlerinden ayrılırken, sigortasız da olsalar işverenden kıdem tazminatı alabilmektedirler; ama fon gelirse, fondan tek kuruş alamayacaklar.

Özel İstihdam Büroları (ÖİB)

Güvencesiz çalışmanın mağduru olacak geçici işçilerin, özel istihdam büroları vasıtasıyla kiralanması hükümetin yeni istihdam paketinin alameti farikası. Hükümet bir yandan kıdem tazminatını kaldırmayı, diğer yandan esnek çalışmayı yasal güvence altına almayı, bölgesel asgari ücreti ve ÖİB’ler vasıtasıyla köleleştirilmiş işçilerin kiralanmasını planlamaktadır.

İstihdam büroları adı gibi istihdam yaratmayacaktır, aksine işçi ücretlerini düşürecek, sendikal hakları ve iş güvencesini ortadan kaldıracaktır. Özel istihdam büroları 2008’den beri gündemde Ancak seçimler nedeniyle geri çektiği yasayı hükümet yeniden gündeme getiriyor.

ÖİB’ları İŞKUR’dan farklı olarak kendi bünyesinde çalışan işçileri gündelik veya süreli olarak firmalara kiralayacaklar. Bu durum iş güvencesinin, sendikal örgütlenmenin bitmesi anlamına geliyor. Örneğin işçi fabrikada sendikalaşamıyor çünkü muhatabı ÖİB. Ya da eylem yapsa ÖİB’e karşı yapacak, çünkü onun işçisi. Fabrikada çalışacak ama parasını, iznini ÖİB’den alacak. Kiralanan işçiden işgördüğü fabrika hiçbir şekilde sorumlu olmayacak. ÖİB’te çalışan işçilerin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı da olmayacak.

Özel istihdam büroları işçinin iyiden iyiye meta haline getirildiği bir kölelik düzenini getirmektedir. Bu saldırıya bizlerin sessiz kalması mümkün değildir. Başta sendikalar olmak üzere, tüm emekten yana kurumlar ve biz işçiler bu saldırı paketine karşı birleşmeliyiz. Aynı Fransa’da, Yunanistan’da işçi kardeşlerimizin yaptığı gibi.

Güvencesizlerin öfkesi: Tunus’tan Adana’ya, öfkelilerden Oakland’a

Arap baharını başlatan eylemdi Tunus’lu Mohammed Boazizi’nin kendini yakması. Eylemin nedeni işporta tezgahı üzerindeki baskılardı. Yani güvencesizliğe, geleceksizliğe ve elbette zulüme isyan etti. Ve kendini feda ederken, başta arap coğrafyası olmak üzere tüm dünyada emekçilere, ezilenlere ve gençliğe öncülük etti. Benzer bir eylemde geçtiğimiz günlerde Adana’da gerçekleşti. CHP’li belediyenin pazar tezgahını kaldırmasına isyan eden 30 yaşında ve dört çocuk babası Mehmet Oğuz kendini ateşe verdi. Sonuçları olarak olmasa da nedeni aynıydı isyanının.

Boazizi’nin eylemi Tunus’ta diktatörlüğü al aşağı eden halk isyanına öncülük etti. Oradan Mısır’a ve tüm Arap coğrafyasına sıçradı. Mısır’da Tahrir meydanını işgal eden ve Mubarek’i deviren halk ve gençlik, güvencesizlik ve geleceksizlik buhranındaki Avrupa emekçilerini ve gençliğini da etkiledi. Resmi işsizlik rakamlarının yüzde 23’lere vardığı İspanya’da gençler, işsizler ve güvencesizlik mağduru binler Madrid’de Puerto del Sol meydanını işgal ettiler. Indignados (öfkeliler), adı verilen kitlenin eylemleri önce İspanya’nın diğer şehirlerine, sonra başta İtalya, Yunanistan, Fransa, Belçika, Almanya, İsrail, İngiltere ve ABD olmak üzere diğer ülkelere sıçradı. Amerika’da Wall Street’i işgal et hareketi ve Oakland Komünü de bu eylemlerden etkilendi. Birçok eyleme sendikalar da destek verdiler.

Her ülkede hareket ayrı taleplerle de ortaya çıksa, protesto hareketlerinin ortak yanı, hepsinin küresel kapitalizmin kendisine olmasa da, sonuçlarına yani artan eşitsizliğe, güvencesizliğe, geleceksizliğe karşı çıkıyor olmaları. Kapitalist dev şirketlerin daha fazla kar için milyonları sefalete sürüklemesine, doğayı zehirlemesine, savaşlarla insanları katletmesine tepki gösteriyorlar. İçlerinde çok farklı politik eğilimler de olsa hepsinin
ortak noktası kapitalizmin mağduru olmaları.

Barışçı yollarla kapitalizmin değişebileceğini düşünen kitleler, zamanla burjuva devletle tanıştılar. Devletin şiddeti, mülkiyeti koruyan yasaları karşılarına çıktı, çıkmaya devam ediyor. Başta devrimci siyasetlere uzak da dursalar, yanlarındaki yegane gücün emekçi sınıf, onun sendikal örgütlülükleri ve devrimci çevreler olduğunu zamanla görmeye başladılar. Her ülkede farklı düzeyde olmakla beraber, hareket içerisinde bunun bir sınıf savaşımı olduğunu görenlerin sayısının arttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu hareketleri değerlendirdiğimizde, bunları işçi sınıfının kitle seferberlikleri yerine koymak da, tamamen küçümseyip dışında kalmak da yanlış bir sınıf tutumu olur. Böylesine kitlesel hareketleri işçi sınıfının politik hattına çekebilmek sınıf devrimcilerinin mücadeleye talepleriyle müdahalesiyle mümkün olabilecektir.

Yorumlar kapalıdır.