Suriye’deki devrimci seferberliğin emperyalizm tarafından ne denli kontrol edilebileceği ve ülkenin yapılanmasının ne şekilde değişeceği hala meçhul. Ortadaki çok sayıda ihtimal içerisinde Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması ve Suriye Kürtlerinin ayrılması ihtimali (şimdilik çok güçlü bir ihtimal olmasa da) gündemde.
Irak için ise, ABD’nin Irak’tan çekilişinin ardından, yeni bir döneme girildiği söylenebilir. Bugüne değin emperyalizm ülkenin toprak bütünlüğünden yana projeler geliştirirken, ABD ordusunun Irak’tan çekilişinin, Amerikan enerji tekeli Exxon Mobile’ın yatırımlarını ne şekilde etkileyeceği ve anlaşmalara uyulup uyulamayacağı bir tartışma konusu. Bu tartışma karşısında da, petrol şirketleri lehine, Güney Kürdistan’ın bir referandum ile ülkeden ayrılması gerekliliği kimi burjuva kalemşörlerince savunulmaya başlandı.
İki ülke Kürtlerinin böyle bir ihtimal ile karşılaşması kuşkususz ki Türkiye’nin iç politikadaki tavrını etkileme potansiyeli taşıyor. Turgut Özal döneminde Irak Kürdistanı’na göz dikme çabası sonrasında ağır bir ders veren rejim, hükümetlere kendi Kürdistan’ından olmamak için elin Kürdistan’ına göz dikmemeyi öğretmişti. Netice itibari ile de, Türk dışişleri bu tehlikeden ötürü komşu Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünden yana tavrını daima korudu. Şimdi de bu tavrından ödün vermeyen bir çizgiye sahip.
Irak ve Suriye’deki gelişmeler, AKP hükümetinin tavrında şimdilik bir değişikliğe sebep olmayı gerektirmese de Kürt politikacıları ve Türkiye sosyalistleri içerisinde şimdiden yankı buldu ve unutulmuş kaderini tayin hakkı formülü yeniden dile gelmeye başladı.
Uluslararası kümelenmede bir Kürt bağımsızlık rüzgarını sezen kimi Kürt kanaat önderleri, şimdiden hazırlıklara girişmiş bulunuyor. Masada duransa Türkiye için kaderini tayin hakkı formülü. Ulusal sorunun kalıcı ve gerçekçi tek çözümü olan kaderini tayin hakkını ele alış biçimi maalesef ki o kadar da olumlu bir içeriğe sahip değil. Çünkü tasarlanan tayin hakkı biçimi, salt uluslararası kümelenmeden ötürü dile getirilmekte ve emperyalizmin bölgeye sunacağı çözüme kilitlenilmekte. Buna paralel olarak da, kaderini tayin hakkının işçi sınıfı ile hiçbir surette ilişkili olmaması gerektiği ve hatta “sosyalistlerin ve işçi sınıfının Kürtler üzerinde epeyce bir zamandır yük olduğu” dahi ifade edilmekte. Sorunun “Kürtlük bilinci” ile çözüleceği savunulmakta.
Oysa ki, salt uluslararası kümelenmeye güvenerek sırtın yaslandığı bir tayin hakkı ve çözüm kavrayışı, değişen koşullar altında eldeki tüm imkanların da geri alınması anlamına gelecektir. Aynı zamanda da, kaderini tayin hakkı uluslararası koşulların uygunluğundan ötürü değil, gerçekçi ve kalıcı tek çözüm, dahası kardeşçe bir arada yaşamanın da tek reçetesini sunduğu için savunulmalıdır. Emperyalizmin hızla değişen çıkarlarına yaslanmak her an bir boşluğa düşülmesine sebep olabilir. Emperyalizmin en güvenilmez müttefik olduğunu bilip, kaderini tayin hakkının kalıcı tek destekçisinin işçi sınıfı olduğunu unutmamak gerekir. Tam da bu sebeple, işçi sınıfı mücadelesi ulusal sorunun çözümünde hiçbir zaman bir yük değil, aksine Ortadoğu koşullarında olmazsa olmazdır.
Yorumlar kapalıdır.