Suriye Devrimi birinci yılını tamamlamak üzere. Arap devrimci sürecinin bir parçası olarak, geçtiğimiz yılın 15 Martı’nda, “özgürlük ve ekmek” talepleriyle patlak veren devrim, çok geçmeden rejimin vahşi saldırılarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Esad rejiminin, her ne pahasına olursa olsun, devrimi “iç savaş yöntemleriyle” ezme girişimi, binlerce insanın ölümüne, on binlerce insanın tutuklanmasına ve işkenceden geçmesine rağmen, kitlelerce başarısızlığa uğratıldı. Bugün, devrim halen sürüyor ve henüz rejimi yıkma noktasına ulaşmamış olsa da, diktatörlüğün meşruiyetini temellerinden sarsmayı başardı ve rejimin günleri artık sayılı.
Devrimin başlamasından bu yana Esad rejimi, baskı ve katliam uygulamalarını aralıksız sürdürürken, bir yandan da içeride ve dışarıda rejimin kaybolan meşruiyetini toparlayabilmek adına çeşitli “reformlara” girişti. Bunun en son örneği, 26 Şubat’ta gerçekleşen anayasa referandumuydu. Silahların ve katliamların gölgesinde gerçekleşen ve muhalefetin boykot ettiği referandum sonucunda, Baas Partisi’nin devlet tekeli kaldırılıyor, üç ay içerisinde seçimlere gidilmesi öngörülüyor. Devrim sürecinde ilan ettiği her “reform paketi”ni yeni bir saldırı dalgasıyla takviye eden Esad rejimi, bu sefer de bu geleneğini bozmadı. Referandumun hemen ardından, bir aydır kuşatma altında tutulan Humus’a yeni ve seçkin bir ordu birliği sevk edildi ve uygulanan yoğun devlet terörünün sonucunda Humus tekrar rejimin denetimi altına girdi.
İşçi sınıfının devrim sürecinde grevler, fabrika işgalleri gibi yöntemlerle kitlesel olarak sahneye henüz çıkmamış olmasının bir sonucu olarak, rejimin yenilgiye uğratılamadığı mevcut durumda, emperyalizmin sürece müdahalesi de giderek artıyor. Libya’daki sürece benzer biçimde, ilk aşamada ayaklanmanın bastırılması için Esad’ın yanında duran emperyalist güçler; Esad’ın iktidarını sürdürebilme imkanını yitirdiğine ikna olduktan sonra, devrimi kapitalizmin ve emperyalizmin sınırlarına hapsetmek ve onu rayından saptırmak için, “demokrasi”, “insan hakları” maskesiyle, devrim sürecini yönlendirmeye girişmişti.
Emperyalizmin doğrudan bir askeri müdahele gerçekleştirme kabiliyetinin zayıf olduğu bir dönemde ise, Suriye’de “düzenli geçiş”in sağlanması, özellikle Türkiye ve Arap Birliği üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldı. Son olarak, ABD, Avrupa Birliği ve Arap Birliği’nin inisiyatifiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden, Suriye üzerindeki yaptırımları güçlendirecek ve olası bir askeri müdaheleye kapı aralayacak karar çıkarma girişimi Rusya ve Çin’in vetosuna takıldı. Vetonun ardından örgütlenmesine girişilen “Suriye’nin Dostları” konferansı ise, geçtiğimiz hafta Tunus’ta gerçekleşti. Suriye Ulusal Konseyi ve Katar gibi ülkelerin taleplerine rağmen, Konferans’tan muhalefeti silahlandırma kararı çıkmamış olsa da, Konsey’in Suriye’nin meşru bir temsilcisi sayılması, Suriye üzerindeki yaptırımların artırılması gibi başlıklar karara bağlandı. Konferans’ın bir sonraki toplantısı ise Türkiye’de gerçekleştirilecek.
AKP hükümeti Suriye’de, emperyalizmle eşgüdüm halinde, oldukça aktif bir tutum sergiliyor. Ortadoğu’daki güç dengeleri açısından kilit bir konumda bulunan Suriye’de, Esad rejiminin yıkılmasının ardından açılacak yeni dönemde, AKP hükümeti, kendi nüfuzu altında bir hükümetin kurulabilmesi için var gücüyle çalışıyor. Bu hedef dahilinde, emperyalizm-yanlısı ve burjuva bir siyasi alternatif olarak Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu Türkiye’nin himayesinde gerçekleştirildiği gibi, Türkiye hükümeti, Özgür Suriye Ordusu’nu açıktan destekleyen birkaç ülkeden biri konumunda. Aynı zamanda, Suriye’deki gelişmeler, Sünni temelli mezhepçi bir söylem ve müdaheleci tutumla şovenist duygulara hitap edilmesi üzerinden AKP hükümeti tarafından, bir iç politika malzemesi olarak da kullanılmakta.
Bu durum karşısında, Türkiye sosyalist hareketinin büyük bir kesiminin Suriye konusunda aldığı tutum ise oldukça vahim. Suriye’deki gelişmelerin bir halk ayaklanması değil, ABD emperyalizminin bir tezgahı olduğunu savunan bu kesimler, Suriye’de emperyalist bir müdahaleye karşı olduklarını ilan ederken, Esad rejimine ve gerçekleşen katliamlara karşı tek bir söz söylemeyerek, kimileri dolaylı kimileri ise doğrudan bir biçimde Esad diktatörlüğünün arkasında duruyorlar. Böylelikle en tutarlı anti-emperyalistler olduklarını zannederken, esasında, demokratik hakların savunusuna dair hiçbir tutum almayarak, emperyalizmin ve AKP hükümetinin “demokrasi” ve “insan haklarının savunusu” söylemiyle, sürece müdahelesini kolaylaştırıyorlar. AKP hükümetinin, Suriye’deki sürece bu denli müdahil olduğu bir durumda, Türkiye enternasyonalist devrimcilerinin görevinin, Suriye devrimini destekleyen, onunla dayanışmanın yollarını arayan ve emperyalist müdaheleye karşı çıkan bir kampanya başlatmak olduğunu savunuyoruz.
Yorumlar kapalıdır.