Kürtaj toplumsal bir haktır, bedenimiz bizimdir!
Başbakan, Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin Uluslararası Parlamenterler Konferansında “üç çocuk” isteğini yineleyerek, kürtaj ve sezaryenin bir cinayet olduğunu ifade etti. Bununla da yetinmeyerek, “Sezeryan ve kürtaja karşıyım. Bunu söylediğimde bana karşı çıkan basın mensupları, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz! Ben de diyorum ki, her kürtaj bir Uludere’dir!” diye buyurdu. Bedenimize yönelik her geçen gün artan devlet baskısının somut bir beyanı olan bu sözlerin, biz kadınlara yönelik bir saldırı olmasının yanısıra, Kürt halkına dönük katliam politikalarının da ahlaki bir düzlemde meşrulaştırılmasıdır. Başbakan’ın bu sözleri gündemleri birbirine karıştırarak Uludere’nin üstünü örtmek değildir sadece, aynı zamanda bizi aile içinde ve anne olarak tanımlayan, onlara kaç çocuk doğurmaları gerektiğini dayatan devletin kadın düşmanı politikalarının bir devamıdır.
Bu sözlerle birlikte başlayan tartışmada, iktidarın diğer temsilcileri Melih Gökçek, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Üstün, din görevlileri, medyanın bir kısmı ve daha birçok kişi/kurum bir anda güç bularak, kadın düşmanı salyalarını ortaya saçıverdi. Bir kısmı, “tecavüze uğrayanın çocuğuna devlet bakar” dedi, bir kısmı Srebrenitsa Katliamı’nda tecavüze uğrayan kadınların yine bir savaş politikası olarak çocuklarını zorla doğurmalarını bir örnek olarak alkışladı! Kadınlar olarak, kendimizi öyle büyük bir saldırının içinde bulduk ki, bir yandan kendi bedenimiz, kazanılmış haklarımız tartışmaya açılmış, bir yandan da tecavüze uğramak sıradan bir mevzu haline gelmiş ve doğacak çocuklarımız tartışılıyor! İşin korkunç boyutu ise, devlet, Uludere katliamının hesabını vermek yerine, kadınları katil ilan ediyor!
Kadın düşmanı Başbakan’ın “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, “Kadınlar 3 çocuk doğursun” yolundaki açıklamaları; Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Aile Bakanlığı’na dönüştürülmesi, kadınları babalarına veya kocalarına bağlı sosyal güvenlik hakkına mahkum eden; aile dışında yok sayan yasal-kurumsal düzenlemeler; kadına yönelik şiddete, tecavüzlere ve kadın cinayetlerine göz yuman hukuk dışı uygulamalar, 4+4+4 sistemi ile eğitim alanında; Ulusal İstihdam Stratejisi, grev yasakları ve diğer sendikal yasalarla çalışma ilişkileri alanında gündeme gelen yeni kölelik düzenlemeleri, bedenlerimiz üzerinde mutlak bir tahakküm kurmanın amaçlandığının bir göstergesidir. Kürtaj yasağı bu politikaların bir devamı ve kadını “kuluçka makinesi” olarak gören bir politikanın tezahürüdür.
Kürtaj neden yasaklanıyor?
Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına inanan, bunu her fırsatta dile getiren iktidarın amacı, kadınları aile içinde ikincil konuma hapsetmek, sermayeye ucuz, güvencesiz işgücü oluşturmak, boğaz tokluğuna çalışacak binlerce işsiz yaratmaktır. Tüm dünyada nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülür. Tarih boyunca erkek egemenliğinin tahakküm nesnesi kadın bedeni olmuştur. Kadınların doğurganlıklarını kontrol altına almak, ailede her zaman cinsiyetçi iş bölümü, hiyerarşi ve baskıyı gerekli kılmıştır. Kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emek, hem erkek egemenliği, hem sermaye açısından gerekli olduğu kadar, doğurganlıklarının kontrolü de nüfus politikalarının vazgeçilmez aracıdır. Nüfusu azaltma veya arttırma politikaları kürtajın yasal olması ya da kısıtlanması politikalarıyla paralellik taşımaktadır. Oysa kürtaj ne bir doğum kontrol yöntemi ne de bir nüfus planlama yöntemidir. Bu yüzden kürtaj hakkı; kadınların kendi bedenleri, doğurganlıkları ve kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olmasının ayrılmaz bir parçasıdır.
Öte yandan, AKP hükümetinin kürtaj yasağı da dahil olmak üzere, genel olarak kadın politikalarında aldığı siyasi tavır, ahlaki ve sadece dini temelde gereklilikleri yerine getiren bir anlayıştan hareket etmemekte, aksine sermayenin çıkar ve ihtiyaçlarına hizmet etmektedir. Durumu İslamcılık ve gericilikle açıklamak, dünyada Katolik Kilisesi’nin kürtaj karşıtı tavrını, yükselen muhafazakarlığı göz ardı etmemize yol açar. Sermaye bugün kadınların çok çocuk doğurup onlara bakmasını, bir yandan da esnek işlerde çalışmasını hedeflemektedir. Neoliberal politikaların muhafazakarlığa duyduğu ihtiyaç, her alanda olduğu gibi kadınlara yönelik emek, beden ve kimlik politikalarında da kendisini göstermektedir. Bu sebeple, kürtaj yasağı ile ifade olunan bu zorbalık, sermayenin ihtiyaçlarına denk düşmektedir.
Kürtaj, toplumsal bir haktır!
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, kürtaj hakkı bedenlerimizin, cinselliğimizin ve doğurganlığımızın iktidar tarafından denetlenmesine karşı, bedenimiz ve yaşamımız üzerinde söz sahibi olmamızın ayrılmaz bir parçasıdır. Ayrıca, “ceninin yaşam hakkı” üzerinden gündem yapılan ve tüm toplumu ilgilendiren ahlaki bir mesele olarak sunulan bu tartışmada, hem yalnızca anne olarak kurgulanmamız değil bunun yanında, bedenlerimiz üzerindeki karar hakkının kısıtlanması söz konusudur. Bu yüzden kürtajı, kendi yaşamımız üzerinde söz sahibi olmamızı ve birey olarak kendimizi gerçekleştirebilmemizi mümkün kılan bir hak olarak savunulması gerekir.
Erkek egemen bir sistemde, biz kadınların bedenleri ve cinsellikleri denetim altında olduğu ve bunların toplumsal mekanizmalarla kurgulandığını düşünecek olursak, kürtajı bireylerin kişisel tercih ve seçimlerine göre alacağı bir karar, özgürce kullanabilecekleri bir hak olarak tanımlamak da bir yanılgıdır. Tercihlerin, daima belirli bir sosyal bağlam içerisinde kullanıldığını gözden kaçırmamak gerekir. Birçok kadın bazen evli olmadığı, bazen bakamayacağı, bazen istemediği için çeşitli nedenlerle kürtaj oluyor. Bu nedenlerden de, anlaşılacağı üzere kürtaj yaptıran kadınların özgür bir seçimle ya da keyfi olarak bu kararı almadığı açıktır. Tersinden, şu anda kürtaj yasal olduğu halde, kadınların bir kısmının çeşitli nedenlerle kürtajı tercih etmiyor/edemiyor olması da; ne bu hakkı vazgeçilebilir kılar, ne de kürtajı kadınlar için büyük bir iyilik haline getirir. Kürtaj, kadın bedenine yapılan ciddi bir tıbbi müdahale olduğu için, elbette çok arzu edilir bir şey değildir; fakat bir ihtiyaç, kimi zaman bir zorunluluktur.
Patriyarkal ilişkiler içinde, kadınlar hamilelikten bedensel, ruhsal, cinsel olarak daha fazla etkilenir zira çocuk bakımının yükü bizim üzerimizdedir. Bu yüzden de soyut, bireyci, liberal bir hak anlayışına karşı; kürtaj hakkını toplumsal bir hak olarak kadınların, kendilerini, kendi ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirme hakkı olarak tanımlamalı ve savunmalıyız. Biz kadınlar, kürtaj haktır derken kürtaj olmayı çok istediğimizden ya da bunu büyük bir iyilik olarak gördüğümüzden değil; bu toplumsal koşullarda; yani gebelikte ve doğumda bedensel riskleri üstlenenler, doğumla birlikte hayatları sonsuza dek değişecek olanlar biz kadınlar olduğumuz için çocuk bakımının cinsiyetçi işbölümü gereği karşılıksız bir görev olarak yine kadınlara verilmiş olmasından ötürü, kürtajı bir zorunluluktan doğan toplumsal bir hak olarak görüyor, bu yüzden bu kararın yalnızca kadınlara ait olması gerektiğini savunuyoruz.
Yasaklanması halinde…
Peki yasaklanması halinde ya da hükümetin yasaklamayla eşdeğer olan kürtaj olma halini, 4 haftalığa indirmesi durumunda ne olur? Dünya genelindeki örnekler kürtajın yasaklandığı durumlarda bile, güvenli olmayan koşullarda uygulanılmasına devam edildiğini göstermektedir. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütü Üreme Sağlığı Strateji Raporları, dünyada her yıl ortalama 45 milyon kürtajın yapıldığını ve bunların 19 milyonunun güvenli olmayan ortam ve koşullarda gerçekleştiğini göstermektedir. Örgüt, güvenli ellerde yapılmayan bu kürtajlardan dolayı her yıl 68 bin kadının öldüğünü açıklamaktadır. Kürtajdan ölen bu kadınların sayısı, gebelikle ilişkili olarak ölen 500 bin kadının yüzde 13’üne karşılık gelmektedir. Bu sebeple, kürtaj hakkı yaşam hakkımızdır aynı zamanda! Kürtajı dört haftaya indirmek ise, yasaklamakla eşdeğerdir. Çünkü 4 hafta içinde gebelik yalnızca kan testi ile tespit edilebilir ve hiçbir kadının dört hafta içinde gebelik durumunu algılayabilmesi mümkün değildir.
Kürtaj halihazırda bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmamaktadır, eğer bu engellenmek isteniyorsa da doğru strateji, onu yasaklamak değil, aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetlerinin kalitesini artırmak ve ülke genelinde yaygınlaşmasını sağlamak olmalıdır. Kadınlar ve erkeklerin cinsel eğitim ve modern doğum kontrol yöntemlerine ilişkin bilgilere erken yaşlardan başlayarak kolaylıkla ulaşmalarını temin etmek gerekmektedir. Doğum kontrol yöntemleri pahalıdır, ucuz yöntemler ise, kadınların sağlık hakkını ve yaşama hakkını riske atmaktadır. Bu nedenle, daha yüksek standartlarda doğum kontrol yöntemlerine tüm kadınların ücretsiz ve kolay erişimi sağlanmalıdır. Kürtajın yasal olması, kürtaja ulaşımın mümkün kılınması anlamında değil, güvenli kürtaja ucuz/bedava erişimin kadınlara devlet tarafından sağlanması gerekir. Ayrıca şu anki yasa, 10 haftalık gebeliğe kadar kürtaja izin vermekte -ki bu çok yetersiz bir süredir- ve evli kadınların kürtaj olabilmesini kocalarının iznine bağlamaktadır. Bu yüzden kürtajı yasaklamak üzerine kurulu süreç derhal durdurulmalı, var olan yasanın kadınlar lehine yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Biz kadınlar için kürtaj toplumsal bir haktır, çocuk doğurmak ya da doğurmamak, bedenimiz üzerindeki karar ve tasarruf hakkı, yalnızca bize aittir. Hükümetin kadın düşmanı politikaları ve erkek egemen sistemin bedenlerimiz üzerindeki tahakkümünü reddediyor, “bedenimiz
bizimdir!” diyoruz.
Yorumlar kapalıdır.