2011’in Mart ayında başlayan Suriye’deki halk ayaklanması, bir buçuk yılı geride bıraktı. Barışçıl ve kitlesel protesto gösterileri biçiminde başlayan ayaklanmayı, rejimin katliamlarla bastırmaya çalışması ve barışçıl muhalefete hiçbir şekilde hayat hakkı tanımaması sonucunda isyan bir silahlı ayaklanmaya dönüştü ve mücadele bir iç savaş biçimini aldı. Devrim sürecinin giderek uzaması ve silahlı bir ayaklanmaya dönüşmesi ise, sosyalist harekette Suriye’deki sürece başından beri temkinli yaklaşan kesimlerin veya daha baştan Esad-yanlısı tutum alan kesimlerin yaşadığı bilinç bulanıklığını ve savrulmayı daha da artıran etkenler oldular.
Türkiye’de sosyalist hareketin büyük bir bölümü kuru bir “antiemperyalist söylemle”, Suriye’ye yönelik bir dış müdahaleye (doğru bir biçimde) karşı çıkarken, halk ayaklanması ve rejimin katliamları karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Böylesi bir tutum, yanı başımızda gelişen bir devrime ihanet anlamına geldiği gibi, AKP hükümetinin ikiyüzlü ve emperyalizm-yanlısı Suriye politikasına karşı ilkeli ve güçlü bir muhalefetin oluşturulmasını da engelliyor.
Bu durum en açık biçimiyle, sayıları son günlerde giderek artan ve giderek daha fazla gündeme taşınan Suriyeli sığınmacılar örneğinde görülüyor. Esad rejimi son nefesini verirken, Suriye halkına dönük saldırılarını yoğunlaştırıyor ve bu nedenle mültecilerin sayısında son dönemde büyük bir artış yaşanıyor. Yalnızca Ağustos ayında 100 bini aşkın Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kalırken, toplam mülteci sayısı 250 bini, Türkiye’deki mültecilerin sayısı ise 80 bini aştı. Bu gelişme, temel olarak AKP hükümetinin ikiyüzlü ve mezhepçi politikalarının bir sonucu olarak Hatay’da bir gerilim kaynağına dönüşmüş durumda. Bu durum karşısında, rejimin katliamlarından kaçan mültecileri sahiplenmek ve sorunlarına sözcü olmak yerine (örneğin, sığınmacılar uluslararası hukuka aykırı biçimde mülteci olarak kabul edilmiyorlar, sınırda Türkiye’ye giriş yapmayı bekleyen binlerce mülteci bulunuyor, kamplar dışarıdan girişlere kapalı tutuluyor, vs.), bazı sosyalist çevreler, radikal İslamcı grupların bölgede üslendiği “gerekçesiyle”, “El Kaide kampları kapatılsın!” gibi caniyane bir sloganı dile getirebiliyorlar.
Bu gibi savrulmaların arkasında ise, Suriye’deki gelişmelere dair yapılan ciddi tahlil hataları bulunuyor. Bunların ilki, emperyalizmin her ne pahasına olursa olsun Esad rejimini devirmek istediği iddiası. Söylem düzeyinde, Obama, Merkel, Erdoğan gibi isimler Esad’a çekilme çağrısı yapsa da, emperyalizmin Suriye’ye dair temel endişesi, rejimin aşağıdan gelen halk hareketi sonucunda yıkılması. Bu nedenle, emperyalizmin temel planı, Yemen’de örneğini gördüğümüz biçimde, rejimin başını feda etmesi karşılığında gövdesinin korunması ve bu sayede devrimin sönümlenmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, bir dış müdahale veya “paralı askerlerin” desteklenmesiyle rejimin devrilmesinden öte, emperyalizmden yakın vadede gelecek tehlike, “demokrasiye düzenli geçiş” sloganı altına, burjuva muhalefet ve Baas rejimi arasında yapılacak bir anlaşmaya öncülük ederek, devrimin “barışçıl yöntemlerle” denetim altına alınması ve sönümlendirilmesidir.
Bu gerçek bir kez ortaya konduktan sonra, Özgür Suriye Ordusu hakkında bolca yapılan spekülasyonlar da havada kalmakta. Soldaki hakim söyleme göre ÖSO, paralı askerler ve radikal İslamcılardan oluşan, emperyalistlerin kurdurduğu bir çete (Esad’ın da aynı şeyleri iddia ediyor olması, hazin bir tesadüf!). Açık olan gerçek ise, silahlı mücadelenin kendi halkına ateş açmayı reddeden askerler ve bölgelerini rejimin katliamlarına karşı korumak için silahlanan milisler tarafından başlatıldığı. Ayaklanmanın iç savaşa dönüşmesiyle, emperyalizm ve bölge ülkelerinin iç savaşa müdahil olduğu şüphesiz ki doğru fakat bu durum katliamcı rejime karşı mücadele eden on binlerce savaşçının emperyalizmin ajanı veya El Kaideci olduğunu kanıtlamaya yeterli olmasa gerek…
Sosyalistler ve işçi hareketi açısından Suriye’deki temel görev halen, katliamcı rejime karşı mücadele eden Suriye emekçilerinin ve halkının yanında olmaktır. Emperyalist bir müdahaleye karşı olmak ise bu mücadelenin olmazsa olmazı. Suriye Devrimi’yle dayanışmanın yollarını bulmak için vakit hâlâ çok geç değil…
Yorumlar kapalıdır.