Ulusların eşitliği, emekçilerin birliği!

Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013’te, Diyarbakır Newrozu’nda okunan mesajı, Kürt hareketinin “silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye” doğru stratejik bir dönüşüme gireceğini ilan etti. Aynı gün PKK ateşkes ilan ederken, Kürt halkının önemli bir kesiminde ise, yıllardır özleminin duydukları barışa ve özgürlüğe, “İmralı süreci”yle birlikte kavuşabileceklerine dair önemli bir beklenti oluştu.

Öncelikle, PKK’nin gerilla mücadelesi stratejisinden vazgeçmesi, kitle mücadeleleri açısından, süphesiz olumlu bir adım. Çünkü bugünkü haliyle silahlı mücadele, kendisini kitle mücadelelerinin yerine geçiren veya kitle mücadelelerini bu stratejiye bağımlı kılan, bu nedenle de kitlesel seferberlik dinamiklerini zayıflatan bir konumdaydı. Üstelik bu çizgi, farklı halklardan işçilerin birliğini zorlaştırmakta ve devletin baskı yöntemlerini, kitleler nezdinde meşrulaştırabilmesine neden olmaktaydı.

Fakat bu olumluluk, silahlı mücadelenin yerini gerçekten de kitle mücadelelerinin, siyasi mücadelenin almasıyla anlam kazanabilir. Mevcut müzakere süreci boyunca vurgulamaktan vazgeçmeyeceğimiz bir nokta var: AKP hükümetinin ve Türkiye burjuvazisinin “çözüm”den anladığı, mümkün olan en az ölçüde kısmî hakların tanınması sonucunda, PKK’nin silahsızlandırılması ve Kürt halkının seferberlik sürecinin sonlandırılmasıdır. Kürt halkının çözümü ise, onun en doğal ulusal haklarının tanınmasıdır. Bu noktada, tuzaklarla dolu müzakere sürecinde elde edilecek çeşitli kazanımlar önemli bir adım olmakla birlikte, bu kazanımların, Kürt sorunun çözümü, barışın ve özgürlüğün tesis edildiği biçiminde sunulması, en başta Kürt halkının ve emekçilerin mücadelesine zarar verecektir. Çünkü, Kürt sorunu ulusal bir sorundur ve çözümü ancak ve ancak, ulusların eşitliği ve gönüllü birlikteliği temelinde sağlanabilir. Bu ise, ayrılma hakkı da dahil olmak üzere, Kürt halkının kendi kaderini özgürce tayin edebilme hakkının tanınmasını gerektirir.

Bunu ne AKP hükümetinin ne de başka herhangi bir burjuva hükümetin sağlaması ise, şüphesiz ki söz konusu olamaz. Tam da bu nedenle, önümüzdeki dönemde, başta Türkler ve Kürtler olmak üzere tüm emekçilerin mücadele birliğini sağlamak, daha da hayati bir önem kazanacak.

Özellikle de AKP hükümetinin, DHKP-C operasyonlarını bahane ederek sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine pervasızca saldırdığı; başta PTT ve TCDD olmak üzere özelleştirme saldırılarına hız verdiği; bugün artık 1 milyondan fazla işçiyi kapsayan taşeron çalışma düzenini daha da yaygınlaştıracak bir yasayı Meclis’e sunmaya hazırlandığı; Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu ve kentsel dönüşüm politikalarıyla doğanın ve çevrenin talanına tam gaz devam ettiği; Roboski katliamının faillerini tam bir ikiyüzlülük ve umarsızlıkla Meclis’te akladığı bir dönemde, böylesi bir mücadele birliği kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmekte.

Taşerona karşı direnen BEDAŞ ve Koç Üniversitesi işçileri, sendikalaşma mücadelesi veren kargo işçileri, üniversitelerde işten atmalara, esnek ve güvencesiz çalışmaya karşı mücadele eden asistanlar, uyuşmazlık zabıtlarının imzalanmasıyla greve hazırlanan metal ve havayolu işçileri; farklı halklardan biraraya gelen emekçilerin bu seferberlikleri, ihtiyacını duyduğumuz ortak ve birleşik mücadelenin imkanlarını bizlere sunmakta. Yaklaşmakta olan 1 Mayıs’ı işçi sınıfının ve Kürt halkının ekmek, barış ve özgürlük taleplerini haykırdığımız kitlesel bir mücadele gününe çevirelim. Ulusların eşitliği, emekçilerin birliği için!

Yorumlar kapalıdır.