Gezi’nin ardından artan grevler ve TEKSİF örneği
Türk-İş’e bağlı Türkiye Tekstil, Örme ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikası (TEKSİF) ile tekstil işverenleri örgütlerinin yaptığı 23. dönem Toplu İş Sözleşmesi (TİS) sürecindeki anlaşmazlık sonucu, Türkiye tarihinde ilk kez 12 bin tekstil işçisi 8 gün boyunca greve çıktı. Saray Halı, Vakko, Levi Strauss gibi büyük fabrikaları da kapsayan greve 30 işyeri katıldı.
İşçilerin temel talepleri şunlardı; yüzde 15 zam ve bir önceki TİS sürecinde kriz bahanesiyle 72 (2.5 ay) güne düşürülmüş ikramiye miktarının tekrar 120 (4 ay) güne çıkarılması. İşveren, Nisan ayında başlayan görüşmelerin ilk günlerinde bu ikramiye artışına yanaşmasa da, grevden sonra ikramiye artışını kabul etmek zorunda kaldı. Ayrıca işçilerin fazla mesai ücretlerinde artışa gidildi. Zam talebinde ise sonuç; ilk yıl 5+3, ikinci yıl 3+4, üçüncü yıl ise 4+3 şeklinde gerçekleşti.
Son olarak işçiler kıdemlerine göre her yıl 7 TL kıdem zammı alacaklar. Sözleşmenin sendika tarafından kabul edilmesiyle 15 Ağustos’ta başlayan grev 23 Agustos’ta sona erdi. 23. Grup Toplu İş Sözleşmesi 01.04.2013 – 31.03.2016 yılları arasında geçerli olacak.
2013 yılının en büyük grevinin, tekstil gibi emek sömürüsünün çok yoğun, güvencesizliğin ve taşeron çalışmanın da çok yaygın olduğu bir sektörden ve üstelik, daha önce böylesi bir grev yönetmemiş bir sendikadan çıkmış olması önemli ve sorgulanması gereken bir konu. Dahası bu durum, kesinlikle bir tesadüf değil. Türkiye’nin devamlı artan dış borcu, cari açığı, ülkenin hem içinde hem de çevresinde gerçekleşen politik hareketliliğin üzerine bir de sıcak paranın kaçışı eklendiğinde, işverenlerin kâr oranlarının daha hızlı düşmeye başladığını ve buna karşın sınıf üzerindeki hak gasplarını artırdığını söylemek yanlış olmaz.
Her ne kadar TEKSİF, bu grevden kısmi kazanımla çıkmış olsa da, Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Kayhan’ın toplu iş sözleşmesinin imzalanmasının ardından yaptığı açıklama irdelenmeye değer; “Beklentilerin üzerinde iyileştirmeler yaptık. Bu durum maliyetleri arttırarak rekabeti zorlaştırıyor. Ancak işletmelerimiz verimliliklerini arttırarak üretimlerini sürdürecektir.” Yani ilerde ya işçi çıkartacağız ya da çalışma saatlerini artıracağız, demektir bu. Sınıf saldırıları arttıkça ileriki dönemlerde de buna benzer “ilklerle” dolu grevler yaşanabilir.
2013 yılı grev verileri oldukça ilginç. Yılın ilk sekiz ayında ülke çapında greve çıkan işçi sayısı 22 bin küsür, bu rakam 2008-2009-2010-2011-2012 yıllarında toplam greve çıkan işçi sayısının neredeyse iki katı. Sendikalılaşma ve sendikalılık oranlarının çok düşük olduğu bir ülkede, böylesine bir sıçrama egemenler açısından bir şeylerin ters gittiğinin bir göstergesi -Büyük Haziran ayaklanmasını saymıyorum bile.
Tekstil sektörünün yanında metal işçilerinin huzursuzluğu, 2013 yılının başından beri kendini fazlasıyla gösteriyor. 110 bin üyesiyle Türk-Metal, 30 Mayıs’ta imzaladığı sözleşme ile grevin kapısından dönmüştü. Gezi’den sonra ise Türkiye’nin en büyük fabrikalarından biri olan ve 6 bin işçinin çalıştığı İSDEMİR’de Çelik-İş sendikası öncülüğünde binlerce işçinin grevine 22 günlük şahit olduk. Bu grev, yüzde 22’lik zam artışıyla ve kazınımla sonuçlandı. THY’de Hava-İş’in ve tarihinde ilk kez greve çıkan Basın-İş’e bağlı Darphane işçilerinin grevleri ise devam etmekte.
Bu büyük grevlere baktığımızda bir şey dikkatimizi çekiyor. Grevlerin, “mücadeleci” diye bilinen sendikalardan çok, “sarı sendika” yaftası yemiş konfederasyonlara bağlı sendikalardan gelmesi. Sendika bürokrasisinin çok güçlü olduğu bu sendikaların greve gitmeleri işçilerin huzursuzluğunun ve basıncının arttığının bir göstergesi. TEKSİF grevini de bu bağlamda okumak gerek.
İşvrenle yapılan TİS süreci elbette TEKSİF ile sınırlı değildi. Disk-Tekstil sendikası benzer taleplerle masaya oturduğu TİS sürecinde aynı nedenlerle uzlaşma sağlanamadığını belirtmiş ve 23 Ağustos günü greve gidileceğini ilan etmişti. 23 Ağustos’ta TEKSİF grevi sonlandı. Disk-Tekstil greve gitmedi. Herhangi bir açıklama da yapmadı. Nihayet 28 Ağustos’ta yaptığı açıklamaya göre işverenle uzlaşma sağlandığı ve taleplerin yerine getirildiği belirtildi. Görünen o ki TEKSİF grevi, Disk-Tekstil işçilerine de yaradı.
“Sendikayı mücadeleci yapan sendikacılar değil işçilerdir” tezi bu yıl gerçekleşen grevlerle doğrulandı. Fakat sendika bürokrasisinin uzlaşmacı tavrı o denli yoğun ki, bunu gizlemeye çalışsalar da gözden kaçmıyor. Bu durum, grevlerin etki alanını kısırlaştırıp mücadelelerin birleştirilmesine ket vuruyor.
İçinde bulunduğumuz sınıfsal ve toplumsal hareket, krizin teğet geçmediğinin ve geçmeyeceğinin bir göstergesi. Türkiye tarihinin gördüğü en büyük kitle hareketinin ertesinde, sendika bürokrasisinin ayakbağına rağmen irili ufaklı direnişlerin ve grevlerin varlığı içinden geçtiğimiz sürecin önemini de gösteriyor. Toplumsal hareketlerin ve sınıf hareketlerinin yan yana gelerek tüm mücadelelerin birleştirilebilmesi 10 küsür yıllık AKP iktidarının tüm neoliberal karşıdevrim politikalarının yerle bir olmasına kapı açabilir. Şüphesiz bu potansiyeli harekete geçirecek güç, emekçilerin ve ezilen halkların mücadelesindedir.
Yorumlar kapalıdır.